Daha önce de vurguladığımız gibi New Age benzeri batıl dinlerin Batılı toplumlarda bu kadar büyük ilgi görmelerinin ardında yatan nedenlerden biri de Uzak Doğu dinlerinin materyalist, ateist ve putperest yapılarıdır. Batı toplumunun Hıristiyan-Yahudi kültüründen uzaklaşan materyalist unsurları, Uzak Doğu kökenli her türlü inanışı onaylamakta, desteklemekte, hatta propagandasını yapmaktadır.
Materyalist Batı kültüründe evrenin bir raslantı eseri olduğuna inanılır ve canlılığın nasıl var olduğu sorusuna Darwin'in evrim teorisiyle cevap verilir. Bu görüş, insan ruhunun varlığını reddeder ve insanın gelişmiş bir hayvan türü olduğunu iddia eder. Ölümden sonra yaşamı, ahiret hayatının varlığını, cennet ve cehennemin varlığını kabul etmez. İşte her biri büyük bir yanılgı olan bu iddialar Uzak Doğu dinlerinin inanışları ile büyük bir uyum içindedir. Budizm, Hinduizm başta olmak üzere Uzak Doğu dinlerinin çok büyük bir bölümü Allah'ın varlığını inkar eden, canlılılığın kökeninin doğanın kendisi olduğunu kabul eden, ahiret, cennet ve cehennem hayatının varlığını reddeden inanışlardır. İşte bu nedenle de materyalist Batı kültürünün savunucularından çoğu zaman büyük destek görmüşlerdir.
Evrim teorisinin önde gelen isimleri de 19. yüzyıldan bu yana Uzak Doğu felsefelerini her zaman desteklemişlerdir. Bu kişilerin başında Darwin'in en büyük destekçisi olarak kabul edilen Thomas H. Huxley gelir. Yaratılışı savunan din veya bilim adamlarıyla yaptığı tartışmalar, Darwinizm'i savunan ateşli yazı ve nutukları, Huxley'i 19. yüzyılın en ünlü Darwinisti olarak tarihe geçirmiştir. Huxley'nin Uzak Doğu dinlerine, özellikle de Budizme, olan ilgisi ise o kadar iyi bilinmemektedir.
Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi ilahi dinlerin temsilcileri ile şiddetle mücadele eden Huxley, Budizmi, seküler Batı medeniyetine uygun bir inanç olarak görüyordu. Philosophy East and West dergisinde yayınlanan "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics" (Huxley'nin 'Evrim ve Ahlak'ında Budizm) başlıklı makalede bu konu işlenmektedir. Makalede Huxley'nin Evolution and Ethics (Evrim ve Ahlak) adlı kitabından Budizm hakkındaki şu tanımı aktarılmaktadır:
(Budizm) Batılı anlamda Tanrı tanımayan bir sistemdir; insanın bir ruhu olduğunu kabul etmez; ölümsüzlüğe inanmanın bir yanılgı olduğunu savunur hatta bunu ummayı günah sayar; duaya ve kurban ibadetine yer vermez; insanların kurtuluş için sadece kendi yaptıklarına güvenmesini ister... yine de Eski Dünya'nın kayda değer bir bölümünde harika bir hızla yayılmış, yabancı inançlarla karışsa bile insanlığın küçümsenemez bir kısmının hakim inancı olmuştur. 160
Huxley Budizme hayrandır ve bunun tek nedeni Budizmin, aynen Huxley ve diğer Darwinistler gibi Allah inancına sahip olmamasıdır. "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics" makalesinin yazarı olan Hawai Üniversitesi öğretim üyesi Vijitha Rajapakse'ye göre, Huxley'nin Budizme olan hayranlığında, Budizm ile Eski Yunan'ın pagan ve ateist düşünürleri arasında gördüğü paralellik de rol oynamıştır:
![]() 18. yüzyılda yaşamış olan ateist ve din karşıtı felsefeci David Hume |
Rajapakse, sadece Huxley'nin değil, 19. yüzyılın diğer bazı ateistlerinin (veya agnostiklerinin) de Budizme büyük hayranlık duyduklarını not etmektedir. Bu devirde Budizm ile materyalist Batı felsefesi arasında kurulan bir paralellik de, David Hume'un fikirleri konusundadır. 18. yüzyılda yaşamış olan İskoç düşünür Hume, ateist ve din karşıtı bir felsefecidir. Rajapakse; "İlginçtir ki, Budizm ve Hume felsefesi arasındaki paralellikler, Budizm hakkında ilk yorum yapan kişiler tarafından bile doğru bir şekilde not edilmiştir" der ve şöyle devam eder:
Örneğin Rhys Davids belirtir ki "dıştan gelen bir ruha sahip olmama düşüncesi, daimi ve değişmez bir acı çekme fikri gibi açılardan, bizden sadece iki yüzyıl önce yaşamış olan Hume'dan iki bin dört yüz yıl önce aynı pozisyonu almıştır." 162
Rajapakse'nin belirttiği gibi, Victoria dönemi İngilteresi'nde (yani 19. yüzyılda) daha pek çok felsefeci Budizme ilgi duymuştu ve bunun nedeni de, Budizmi, o devrin yaygın felsefeleri olan ateizm ve Darwinizm'e uygun bulmalarıydı.
Aynı nedenle Budizme sıcak bakan bir diğer ateist ise, Friedrich Nietzsche'ydi. Hıristiyanlığa karşı koyu bir nefret besleyen, buna karşın putperest kültürünü ve putperest ahlakını savunan Nietzsche, savunduğu görüşlerle 20. yüzyıl faşizminin ve özellikle de Nazizm'in fikri öncüsü oldu. İlahi dinlere olan bu nefreti, kuşkusuz sadece bu dinlerin ahlaki prensiplerinden değil, bundan da önemlisi, Nietzsche'nin fanatik ateizminden de kaynaklanıyordu. Ancak Nietzsche'nin nefreti sadece ilahi dinlere karşıydı, pagan dinlere değil. Aksine, paganizmi övüyor ve yüceltiyordu. Özellikle de Budizmi... Eighteenth-Century Studies editörü yazar Jason DeBoer'in ifadesiyle "ilginçtir ki, tarihteki en militan ateistlerden biri olmasına karşın, Nietzsche tamamen din karşıtı değildi... Diğer bazı dinlerin pek çok özelliğine saygı ve hayranlık duymuştu; bunlar paganizm ve hatta Budizm'di." 163
![]() 20. yüzyıl faşizminin ateist ideologlarından Friedrich Nietzsche |
Nietzsche ve Budizmi karşılaştırmak neredeyse klasik bir iş haline gelmiştir ve bunun iyi bir gerekçesi vardır: Aralarında derin bir uyum görünmektedir. Morrison'un belirttiği gibi, pek çok ortak öğe paylaşmaktadırlar: Her ikisi de ilah olmayan bir evrende insanın merkeziliğini vurgulamakta ve hiçbiri varlık sorununun çözümü için getirdikleri çözümlerde dış bir varlığa dayanmamaktadır... Her ikisi de insanı daima değişen ve çok çeşitli olan psikofiziksel güçlerin akışı olarak görmekte ve bu akışta otonom ve değişmeyen bir varlığa (yani ruha) yer vermemektedir. 164
Nietzsche'nin Budizm ile paylaştığı bu fikirler kuşkusuz büyük birer yanılgıdır. Bu yanılgıların çıkış nedeni ise, insanın kibirinden ve cehaletinden başka bir şey değildir. Evreni ve doğayı akıl ve vicdan gözüyle inceleyen insan Allah'ın varlığının apaçık delillerini görecektir. Aynı gerçek çağımızdaki bilimsel bulgular tarafından da ortaya konmaktadır. Nietzsche gibi ateistlerin ortaya attığı fikir Big Bang ve İnsani İlke (Anthropic Principle) gibi bilimsel bulgularla yıkılmış, bilim Allah'ın evreni yarattığına ve olağanüstü bir dengeyle düzenlediğine dair açık kanıtlar ortaya koymuştur. (Ateizmin Çöküşü hakkında detaylı bilgi için Bkz. İslam'ın Yükselişi, Harun Yahya, 2002, Global Yayıncılık) Darwin'in evrim teorisinin geçersizliğini ve "bilinçli tasarım"ın varlığını gösteren deliller, yaratılışın doğruluğunu kanıtlamaktadır. Freud, Marx, Durkheim gibi 19. yüzyıl ateist düşünürlerinin fikirleri de yine bilimsel bulgular veya sosyal sonuçlarla birer birer yıkılmıştır.
Ateist ve materyalist Batı kültürünün mimarları, teorilerinin çöküşte olduğunu görmekte, buna karşılık İlahi dinlere yönelişin artan hızını engellemek için, çözümü pagan inançların körüklenmesinde bulmaktadırlar. İşte bu amaçla oluşturulan New Age akımı da materyalizme sahte bir "maneviyat" takviyesidir.
Peki materyalist Batı kültürü buna neden ihtiyaç duymaktadır? Batı dünyasının iki bin yıllık fikri gelişimini (ve dejenerasyonunu) inceleyen İngiliz yazarlar Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln Batı dünyasının 20. yüzyılda bir "anlam krizi" içine düştüğünü belirtirler. Bir diğer deyişle, Batılı toplumlara empoze edilen materyalist felsefe ve yaşam biçimi, birçok insanı Allah'ın varlığı ve O'na ibadet gerçeğinden kopararak, hayatlarını anlamsız hale getirmiştir. Baigent, Leigh ve Lincoln'ün deyişiyle "Hayat herhangi bir anlamdan ve belirleyicilikten tümüyle kopmuş ve hiçbir somut hedefe matuf olmayan tesadüfi bir olgu haline gelmiştir".165
![]() Ruhsal evrim aldatmacasının savunucularından Theodosius Dobzhansky |
İşte pagan bir inanış olan New Age de dinsizliğin "anlam krizi" içinde bocalayan insanlarına sahte bir kurtuluş ve çıkış yolu sunmak için körüklenmektedir. Tüm bunlar ateist ve materyalist dogmadan kopmak istemeyen, buna rağmen kendilerine bir tür "maneviyat" arayan insanların kapıldıkları boş ve batıl öğretilerdir. Bu öğretilerin boş olduğunu anlamak içinse sadece biraz düşünmek, onları akıl ve mantık süzgecinden geçirmek yeterlidir. Bu büyük tehlike karşısında iman sahiplerinin de yerine getirmeleri gereken çok önemli bir sorumlulukları vardır: Allah'ın mutlak varlığının ve din ahlakının tebliğ edilmesi. New Age ideologlarının yaptıkları yoğun propagandanın önünü kesmek için öncelikle yapılması gereken tüm insanlara Allah'ın sonsuz güç ve kudretinin anlatılması, insanların iman etmeye davet edilmesidir. Eğer İslam ahlakı insanlara eksiksizce anlatılır, tüm hayatını Rabbimiz'in bildirdiği şekilde yaşayan bir insanın sahip olacağı eşsiz nimetler ortaya konursa, insanların sahte maneviyat takviyelerine ihtiyaçları olmayacaktır.
New Age Hareketinin gelişmesinde ise bizzat evrim teorisyenleri rol oynamıştır. New Age takipçilerinin çoğu, Theillard de Chardin'i ruhani liderleri olarak kabul etmektedirler. Theillard de Chardin evrim teorisinin tarihinde önemli yere sahip bir düşünür ve paleontologdur. Hatta Piltdown adamı gibi tarihin en büyük bilimsel sahtekarlıklarından biri sayılan büyük bir skandalın da ortaklarındandır.166 Onun Darwinizm'e ne kadar bağlı olduğunu anlamak içinse şu sözü yeterlidir:
Evrim bir teori, bir sistem ya da bir hipotez midir? Hayır o bunların hepsinden öte bir şeydir. Evrim, kendisinden kuşku duyulmayan yegane ilkedir ki, tüm teoriler, tüm sistemler, tüm hipotezler, ciddiye alınabilir ve doğru olabilmek için ona dayanmak zorundadırlar. Evrim, tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık, tüm çizgilerin kendisinden çıkması gereken bir ana çizgidir. İşte evrim budur.167
Kendi sözünden de anlaşıldığı gibi Theillard de Chardin evrim teorisinin ateşli savunucularındandı. O, fiziksel evrimin yanı sıra, ruhsal evrimin de gerçekleştiğini iddia ediyordu. İnsanın zihinsel ve sosyal olarak evrimleştikten sonra sonuçta ruhsal bir mükemmelliğe ulaşacağını savunuyordu. Ulaşılacak bu aşamaya ise "Omega Noktası" adını vermişti.
New Age ideologları arasında Theilhard de Chardin dışında Julian Huxley ve Theodosius Dobzhansky gibi birçok evrimci de sayılmaktadır. Dobzhansky'nin "Evrimsel süreç, insanı yükseltirken, kozmozun tarihinde ilk ve tek kez, kendi bilinci haline geldi." sözü günümüz New Age yorumcularının sıkça kullandıkları anlatımlardan biridir. Dobzhansky'nin ölümünden sonraki bir methiyede, genetikçi Francisco Ayala şöyle demiştir:
Dobzhansky Allah'ın varlığı gibi geleneksel dinin temel inançlarını görünürde kabul etmese de dindar bir kişiydi... Dobzhansky insanda, biyolojik evrimin kendi kendinin farkına varma ve kültür alanında üstün geldiği görüşünü savunmaktaydı. İnsanoğlunun en sonunda uyum ve yaratıcılığın en yüksek seviyelerine evrimleşeceğine inanmaktaydı.168
Buraya kadar olan anlatımlarda da görüldüğü gibi, New Age tamamen dünya hayatını ve insanı temel alan bir akımdır. Allah inancını reddederken insanı sözde ilahlaştırır (Allah'ı tenzih ederiz) ve kutsal özelliklere sahip bir varlık olarak kabul eder. Nitekim bu akımın ünlü savunucularından kabul edilen bir dönemlerin ünlü şarkıcı ve aktrislerinden Shirley MacLaine bir yazısında: 'Kimseye ya da hiçbir şeye değil, yalnızca kendinize tapabilirsiniz, çünkü ilah sizsiniz"169 derken, (Allah'ı tenzih ederiz) New Age'in sapkın inanışlarını da ortaya koymaktadır.
Öncelikli hedefi insanları Allah inancından uzaklaştırmak ve ateist bir toplum meydana getirmek olan New Age ideologlarına göre insan kendinin rehberi ve yargıcıdır. Bu sapkın inanışa göre meditasyon, yoga, reiki, ruhlarla bağlantı kurma, kristal gibi taşların yardımıyla sözde mükemmelliğe ulaşacaktır. Hatta aynı inanış bu kimseleri çok daha sapkın bir noktaya kadar sürüklemektedir. Bu yanılgı sözde ilah konumuna sahip olan insan için "doğru - yanlış", "günah - sevap" diye kavramların olmamasıdır. Yani New Age inanışına göre insanın yaptığı herşey doğrudur. Michigan Üniversitesinin Teoloji bölümünden Prof. H. Wayne House bir makalesinde çarpık New Age inanışına göre sözde ilah kabul edilen kişinin bir diğer kişiyi yargılayamayacağına, doğru ve yanlış diye bir kavram olamayacağına dikkat çeker.170 Bu çarpık mantığa göre dünya üzerindeki tüm cinayetlerin, işkencelerin, soygunların, yağmaların, zulümlerin, adaletsizliklerin de "yargılanamaz" sayılması gerekmektedir. Oysa bu iddiayı ortaya atanlar yanılmaktadırlar. Çünkü insan başıboş ve sorumsuz değildir. Onu yaratan, her anını gözleyen, tüm düşüncelerini bilen ve öldükten sonra onu sorgulayarak yaptığı herşeyin karşılığını verecek olan bir Yaratıcımız vardır. Ve Yaratıcımız olan Allah insanı hayvanlardan farklı olarak bir ruh, akıl, irade, muhakeme ve yargı yeteneği ile yaratmıştır. Yani bir insan içinde her türlü eyleme karşı bir istek veya dürtü duysa dahi sahip olduğu bu özelliklerle onu engelleme gücüne sahip olarak yaratılmıştır. Örneğin bir olay karşısında şiddetle öfkelenen, iradesi zayıf bir insan kendini ve karşısındaki insanı hayvan gibi görürse, ona hiç düşünmeden zarar verebilir, acımasızca davranabilir. Karşısındakinin küçük bir çocuk, savunmasız bir insan olması hiç fark etmez. Ancak, Allah'ın kendisine verdiği ruhu taşıdığını bilen, akıl ve vicdan sahibi insan her türlü durumda öfkesine hakim olur. Muhakemesi, yargısı, vicdanı her an açık olur. Allah'a hesabını veremeyeceği en küçük bir harekette bulunmamak için gayret gösterir. Bunun aksini yapanlar ise bir suç işlemektedirler. Yanlış ve günah olanı seçmelerinin nedeni, Allah'a iman etmemeleri, yaptıklarından dolayı Allah'a hesap vermeyeceklerini zannetmeleri ve bu nedenle sakınmamalarıdır. Çünkü Allah bir ayetinde insanlara hem kötülüğün hem de kötülüklerden sakınmanın ilham edildiğini bildirir. (Şems Suresi, 7-10). Dolayısıyla insan doğru ve yanlışı bilmekte, vicdanının sesini dinlemediği için yanlış olanı seçmektedir. Her insan Allah'ın kendisine bahşettiği ruhu taşır ve kendisini yoktan var eden Yaratıcımıza karşı sorumludur. Ayetlerde şu şekilde bildirilir:
Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor?
Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi?
Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.'
Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı.
(Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (Kıyamet Suresi, 36-40)
![]() 20. yüzyıl İngilteresi'nin tanınmış yazarlarından Aldous Huxley de Uzak Doğu dinlerine olan ilgisi ile dikkat çekmekteydi. New Age hareketinin öncülerinden Thomas Huxley'nin torunu olan Aldous Huxley'nin, Brave New World, Eyeless in Gaza, Island gibi kitaplarında batıl Uzak Doğu felsefelerinden çok etkilendiği anlaşılıyordu. Materyalist ve ateist kimliğiyle tanınan Huxley'nin, son kitabı Island Budist bir adada geçen bir ütopya üzerine kuruluydu. |
New Age'in temelini oluşturan ve insanı tüm kainatın temeline koyan söz konusu çarpık inanış, Darwinistlerin de temel argümanlarından birini oluşturmaktadır. Darwin'in en önde gelen savunucular?ndan biri olan Julian Huxley'nin kurduğu "evrimsel hümanizm" benzer bir anlayışa sahipti. Bu dinin amacı "yeryüzündeki evrimsel sürecin maksimum sonuca varmasını sağlamak" olacaktı. Bu, yalnızca güçlü organizmaların daha çok yaşamasına ve daha çok üremelerine çalışmakla sınırlı değildi. Ayrıca, insanoğlunun "kendinden kaynaklanan yetenekleri"nin "en üst düzeyde gerçekleştirilmesi" öngörülüyordu. Bir başka deyişle, insanoğlunun bugün içinde bulunduğu fiziksel ve zihinsel aşamadan "daha ileri aşamalara" sıçraması için çaba gösterilecekti. "Hümanizm" teriminin tam tarifi ise, Huxley tarafından şöyle yapılıyordu:
Ben "hümanist" kelimesini kullanırken, insanın, aynı bir bitki ya da hayvan gibi doğal bir varlık olduğunu kastediyorum. Yani insanın bedeni, zihni ve ruhu doğaüstü bir güç tarafından yaratılmamış, aksine evrim süreci sonunda oluşmuştur. Dolayısıyla insan, herhangi bir doğaüstü gücün kontrolü ya da yol göstericiliğine değil, sadece kendi varlığına ve kendi gücüne inanmalıdır.171
![]() Çarpık New Age inanışları yeryüzündeki tüm adaletsizlikleri, cinayetleri, işkenceleri masum göstermeye çalışır. Tüm dünyayı büyük bir kaosa sürüklemek anlamına gelen bu sapkın anlayış büyük bir yanılgıdır. İnsan Allah'a karşı sorumludur. Hayatı boyunca yaptığı her hareket, aldığı her karar, işlediği her suç ve söylediği her söz için Allah'a hesap verecektir. |
Evrimsel hümanizma dininin inançları, doğaüstü anlamdaki vahye dayalı değildir. Fakat bilim ve ilmin bize insan ve evren hakkında bildirdiklerine dayalıdır. Bir hümanist bütün güveniyle insanın doğaya yabancı lmadığına, tam aksine doğanın bir parçası olduğuna inanmaktadır... Kendi kaderi, yeryüzündeki evrimin gelecek akışını mükemmel şekilde tamamlamaya, toplumun gereksinmelerini karşılamaya önderlik etmesidir."172
Oysa Julian Huxley'nin kurduğu bu yapay akım hiçbir temele dayanmayan, çok büyük yanılgıdır. Çünkü dünyadaki kusursuz tasarımın tek sahibi alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Darwinistlerin kendilerince kutsallaştırdıkları insan da Allah'ın yoktan var ettiği, O'na muhtaç, aciz bir varlıktır. Nitekim Kuran'da, yeryüzündeki yaşamın Allah'ın bir mucizesi olduğu haber verilmektedir:
Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda herşeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik.
Ve orda sizler için ve kendisine rızık vericiler olmadığınız kimseler (varlıklar ve canlılar) için geçimlikler kıldık.
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim katımızda olmasın; ancak onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz.
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz.
Şüphesiz Biz, gerçekten Biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar Biziz. (Hicr Suresi, 19-23)
![]() Ruhsal evrim aldatmacasının savunucularından Theodosius Dobzhansky |
II. Dünya Savaşı'nda "bilimsel ilerleme" (!) sonucunda öldürülen 50 milyon insan, Hümanist Manifesto'da öngörülen optimizmi derinden sarstı. Benzeri darbelerin ardından Dewey'in yolunu izleyenler onun görüşlerini az da olsa revize etmek zorunda kaldılar ve 1973 yılında II. Hümanist Manifesto'yu yayınladılar. Bu mesajda "bilimin bazen insanlığa zarar da verebileceği" kabul ediliyor, ama yine de temel düşünceden vazgeçilmiyordu. Bu bilimsel temele dayanmayan, içi boş iddiaya göre insan artık kendi evrimini yönetebilirdi ve bunu da bilimle yapacaktı. Şöyle deniyordu:
Bilimi akıllıca kullanarak, içinde yaşadığımız çevreyi kontrol edebiliriz, fakirliği yenebilir, hastalıkları ortadan kaldırabilir, yaşam süremizi uzatabilir, davranışlarımızı belirgin bir biçimde değiştirebiliriz. Böylece insanoğlunun evrim sürecini yönlendirebilir, yeni güç kaynakları oluşturabilir ve insanlığın daha özgür ve anlamlı bir yaşama kavuşması için gerekli fırsatları yaratabiliriz.173
Aslında her evrimci tarafından bilinçli ya da bilinçsiz olarak benimsenen bu fikirler, "evrim dini"nin temel inanışlarını ortaya koymaktadır. Önce hayali bir evrim süreci kurgulanmakta ve bu sürecin herşeyi var eden "yaratıcı" olduğu varsayılmakta, sonra bu sürecin insanı kurtuluşa ulaştıracağı düşünülmekte ve en sonunda insanoğlunun "kutsal" amacının da bu sürece hizmet etmek olduğuna inanılmaktadır. Kısacası, evrim, hem yaratıcı, hem kurtarıcı, hem de kutsal bir amaç olarak kabul edilmektedir. Bir başka deyişle kendisine tapınılan bir ilahtır. (Allah'ı tenzih ederiz) Oysa Darwinistlerin iddiasının büyük bir aldatmaca olduğu 20. yüzyılda bilim dünyasında yaşanan gelişmelerle pekişti. Son yıllarda mikrobiyoloji, biyokimya, anatomi gibi bilim dallarında kaydedilen gelişmeler ve elde edilen veriler evrimcilerin teorilerinin geçersizliğini gösterirken, canlılığın bilinçli bir tasarımın eseri olduğu gerçeğini koydu. Bilimsel ilerleme ile insanın evriminin hızlanacağı ya da ilahi dinlere gerek kalmayacağı yönündeki iddianın büyük bir aldatmaca olduğu tüm delilleriyle ortaya çıktı. Çünkü bilim yaratılışı tasdik eder ve insanların Allah'ın varlığının açık delillerini görmelerine vesile olur.
Fort Worth, Teksas, Southwestern Baptist Teolojik İlahiyat Fakültesinde fahri profesör olan John Newport yeni basılan kitabı The Worldview Crisis and the New Age Movement (Dünya Görüşü Krizi ve New Age Hareketi) adlı kitabında New Age inancının temel inanışlarından birinin "insanın kendi çabaları ile artan üst ruhani durumlar elde edebileceği" fikri olduğuna dikkat çekmiştir. Newport bunu şöyle açıklamaktadır:
Tümü aynı fikre dayanıyor: "bizim ilahi olabileceğimiz, bir kurtarıcıya ihtiyacımızın olmaması, Hıristiyanlıkta bulunan temel inanışlara ihtiyacımız olmadığı...174
![]() Materyalist felsefeci Dewey'nin ortaya attığı Dini Hümanizma akımının büyük bir aldatmaca olduğu zaten açık bir gerçekti. Ancak II. Dünya Savaşında hayatını yitiren 50 milyon insan bu gerçeği bir kez daha teyid etti. |
Bu konudaki bir yorumda New Age Hareketinin savunucuları arasında da sayılan ünlü evrimci Jeremy Rifkin'den gelmektedir. Rifkin Algeny isimli kitabında şu yorumda bulunur:
Evrim uzun zamandır bilinçsiz bir olay olarak görülmüyor, hatta tam tersi... Biz uzun zamandır kendimizi bir başkasının evinde bir misafir gibi görmüyoruz. Daha önceden beri var olan kozmik kurallara uymak için davranışlarımızı düzeltmiyoruz. Bu artık bir yaratışımızdır. Kuralları biz yapıyoruz. Gerçekliğin parametrelerini biz oluştururuz. Dünyayı biz meydana getiririz. Çünkü biz uzun zamandır kendimizi dış güçlere bağımlı görmüyoruz. Uzun zamandır davranışlarımızı haklı göstermemiz gerekmiyor, çünkü evrenin mimarları bizleriz. Kendimizin dışında hiçbir şeye sorumlu değiliz. Çünkü biz krallığız, kuvvetiz ve sürekli olarak galip olanlar bizleriz.175
Rifkin'in bu sözleri Darwinistlerin New Age Hareketi ile neden bu kadar yakın olduklarını da ortaya koymaktadır. Asırlardır Allah'ın mutlak varlığını inkar edip kainatın var oluşunu tesadüflere bağlayan materyalist hayat görüşü, insanı hayatın merkezine koyan New Age Hareketi ile aynı taraftadır. Oysa daha önce de vurguladığımız gibi insan Allah'ın yoktan var ettiği aciz, Rabbimiz'e muhtaç bir varlıktır. Tüm kainatı, yaşadığımız dünyayı, yaşam için son derece elverişli olarak yaratılan bu gezegenin üzerindeki tüm canlıları Rabbimiz eşsiz mükemmellikte, kusursuz bir tasarımla var etmiştir. Dünya üzerinde var olan tüm canlılarda hayranlık uyandırıcı bir yaratılış gözlemlenmektedir. Her canlı kendisi için en uygun ortamda, uygun bir vücut yapısıyla yaşam sürmektedir. Kainattaki varlıklara ait olan her detayda Rabbimiz'in kusursuz sanatını görmek mümkündür. Allah yarattığı sistemin kusursuzluğunu Mülk Suresi'nde şöyle haber vermiştir:
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
![]() Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15) |
Bu konuyla ilgili diğer ayetler şu şekildedir:
De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) (Enam Suresi, 14)
Resulleri dedi ki: "Allah hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)? O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor." Dediler ki: "Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi, babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse bize apaçık bir delil getirin." (İbrahim Suresi, 10)
Kuran'da Hz. Hud'un kavminin de Allah'a iman etmemekte direnen, kendi ilahlarına ibadette kararlı olan, müşrik bir kavim olduğu haber verilir. Ayetlerde Hz.Hud'un inkarcı topluluğa şu hatırlatmalarda bulunduğu bildirilir:
Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-d
enetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir) (Hud Suresi, 56)
160- Thomas H. Huxley, Evolution and Ethics, s. 74; Vijitha Rajapakse "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics: A note on a Victorian Evaluation and Its Comparativist Dimension", Philosophy East and West, cilt 35, no. 3 (Temmuz 1985), s. 298

161- Thomas H. Huxley, Evolution and Ethics, s. 90; Vijitha Rajapakse "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics: A note on a Victorian Evaluation and Its Comparativist Dimension", Philosophy East and West, cilt 35, no. 3 (Temmuz 1985), s. 301

162- Rhys Davids, Buddhism, s. 79; Vijitha Rajapakse, "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics: A note on a Victorian Evaluation and Its Comparativist Dimension", Philosophy East and West, cilt 35, no. 3 (Temmuz 1985), s. 299

163- Jason DeBoer, "Sublime Hatred: Nietzsche's Anti-Christianity", http://www.absinthe-literary-review.com/archives/fierce6.htm

164- Robert G. Morrison, "Nietzsche and Buddhism: A Study in Nihilism and Ironic Affinities", Reviewed by David R. Loy. http://ccbs.ntu.edu.tw//FULLTEXT/JR-EPT/loy.htm

165- Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, Messianic Legacy, London: Corgi Books, 1991, s. 184

166- Theillard de Chardin 1912 yılında Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıkan ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson ile birlikte hareket etmiştir. Bulunan bu çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Bu örneklere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve çeşitli müzelerde insan evrimine kesin bir delil olarak sergilendi. 40 yılı aşkın bir süre, üzerine birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı. 1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme metodu olan "flor testi" metodunu, eski bazı fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Sonuç çok şaşırtıcıydı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı. Yapılan detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Tüm bunların üzerine "Piltdown Adamı", 40 yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı. İşte Theillard de chardin bu sahtekarlığın arkasındaki üç isimden biriydi. 1980 yılına kadar Charles Dawson'un bu olayda tek başına hareket ettiğine inanılıyordu. Ancak 1980 yılında Stephen Jay Gould bu sahtekarlığın arkasında Chardin'in de olduğunu ortaya koydu. Chardin, Theodosius Dobzhansky, George Gaylord Simpson ve Sir Julian Huxley gibi önde gelen evrimcileri büyük ölçüde etkilemiştir. Kitapları bir dönem Katolik kilisesi tarafından yasaklanmıştır. Theilhard de Chardin evrime "bütün sistemlerin bundan böyle önünde eğilmesi gereken genel bir koşul "olarak çok fazla bağlıydı.

167- Francisco Ayala, "Nothing in Biology Makes Sense Except in the Light of Evolution: Theodosius Dobzhansky, 1900-1975", Journal of Heredity, (V. 68, No. 3, 1977), s. 3.

168- Theodosius Dobzhansky, Changing Man, Science, cilt 155, 27 Ocak 1967, s. 409,

169- Krystyna Potyrala," New Age New Era", http://www.sekty.iq.pl/english/

170- Wilbur Bruinsma, "The New Age Movement and Entertainment, http://www.rsglh.org/new_age_movement.htm. James Dotson, "Challenge of New Age Teachings Faced Early Church, Speaker Asserts", cilt XI, No. 5, May 1998, http://www.thebaptistbanner.com/archive/9805%20Challenge%20of%20New%20Age.htm

171- American Humanist Association taraf?ndan dağ?t?lan tan?t?m broşüründen; Henry M. Morris, The Long War Against God: The History and Impact of the Creation/Evolution/Conflict, 8th Edition, Michigan: Baker Book House, March 1996, s.116

172- Julian Huxley, The Coming New Religion of Humanism, The Humanist, Ocak-Şubat 1962, s. 118

173- Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2. Baskı, Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 131

174- John Newport, "The Worldview Crisis and the New Age Movement", http://www.thebaptistbanner.com/archive/9805%20Challenge%20of%20New%20Age.htm

175- Jeremy Rifkin, Algeny, New York: Viking Press, 1983.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder