13 Mart 2010 Cumartesi

Faşist Hindular Hitler ve Mussolini'nin Yolunda


Kitabın önceki bölümlerinde de gördüğümüz gibi Hindu dininde vahşi bir sosyal düzen öngörülmektedir. Toplum farklı sınıflardan oluşmaktadır. Üst sınıflar tüm gücü, zenginliği ve iktidarı ellerinde bulundururlar. Sözde aşağı sınıflar ise acımasız Hindu geleneklerine göre birer köle hükmündedirler. Her türlü kirli işi yapan, hiçbir sosyal hakka sahip olmayan ve üst sınıflarca "kirli-dokunulmaz" olarak isimlendirilen horgörülmüş bir halk... Üst sınıflara mensup olanlar diğerlerini ezmekte, horgörmekte, aşağılamakta özgürdürler. Her türlü şiddet, zulüm, saldırı makul karşılanmakta, yapılanlar ise sapkın Hindu dininin bir gereği olarak görülmektedir. Bu acımasız sistem Hindu milliyetçiliğinin oluşumunda çok büyük bir etkiye sahiptir.

Hindu dininin şiddeti teşvik eden batıl öğretileri de Hindu milliyetçiliğinin oluşumunda çok etkili olmuştur. Hayali Hindu tanrılarının büyük bir bölümü Hindu yazılı metinlerinde öfkeli, saldırgan, kindar, insanları kolaylıkla öldürebilen, katliamlar yapan, acı çektirmekten zevk alan putlar olarak tasvir edilirler. Örneğin bu inançlara göre sözde tanrı Bhrigu bir diğerinin boğazını keser, Gautama Ahallya isimli putu kızıp taşa çevirir. Jahnumuni sinirlendiğinde bütün Ganj Nehri'nin suyunu içer.69 Sita ise sinirli, küçümseyici, acımasız, sözlü olarak herkese saldıran bir puttur. Devi kavgacı, yırtıcı, saldırgandır.70 Dolayısıyla Hindu metinleri bir anlamda şiddeti kutsallaştırır, hayatın bir gerçeği olarak insanlara sunarlar. Bu nedenle de Hindular için şiddet yaşamın bir parçasıdır ve doğaldır.


Hinduların resimlerinin önünde sapkınca saygı gösterilerinde bulundukları hayali ilahları Kali'nin kan dökmeyi, vahşeti sembolize eden tasvirleri

İşte Hindistan'daki fanatik milliyetçilik anlayışını incelerken bu anlayışın kökenindeki Hinduizm etkisinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Çünkü Hindular dinlerini insanın tüm hayatını içine alan bir Hindu kültürü olarak değerlendirmektedirler. Zaten Hindu milliyetçiliğinin temel amacını da Hindu geleneklerinin tekrar canlandırılması, Hindu kültürünün tüm toplum tarafından kabul edilip uygulanması oluşturmaktadır. Hindular asırlar süren işgallerin ardından Hinduizmin yavaş yavaş günlük hayattan silindiğini, Hindu birliğini güçlendirmek için bu inanışları zorla da olsa insanların yaşamına sokmak gerektiğini savunmaktadırlar. Hindu inanışlarından kasıt ise putperest tapınmalar, kast sistemi, kadınları ikinci sınıf insan gören bağnazlık ve azınlıkları zorla Hindulaştırmayı hedefleyen vahşi geleneklerdir. Hindu milliyetçileri bu dönüşümü mutlaka gerçekleştirmeyi hedeflemektedirler. Bunun için de her türlü yolu kullanmaya kararlıdırlar. Şiddet, saldırı ve nefret duygularının alevlendirilmesi de bu yöntemlerden biridir.


In These Times, 3 Ocak 2003
In These Times'da yer alan "Çaresiz insanlar 

tutulmamış sözler"
başlıklı haberde Hindu milliyetçilerin dalitlere 
yönelik saldırılarından 
bahsediliyor.

The Guardian, 13 Nisan 1999
The Guardian, 31 Mart 1999
Expressindia, 31 Mart 2003
Hindu milliyetçileri asırlardır süregelen batıl 
Hindu geleneklerini 
canlandırmayı hedeflerler. 
Bu gelenekler arasında vahşi kast sistemi 
en öncelikli yere sahiptir. Bu nedenle de son yıllarda Hindistan topraklarında 
hız kazanan kast karşıtı hareketleri engellemek
için her yolu kullanırlar. Yukarıda yer alan haberler de kast sisteminden 
kaynaklanan zulmün hala devam ettiğinin birer 
kanıtı niteliğindedir. Expressindia'da Amerikan CBS kanalında yayınlanan 
ve dalitlere zulmü belgeleyen bir kaset çekimi 
"Hindistan'a Amerikan televizyonundan 15 dakikalık utanç" 
başlığıyla haber yapılmıştır. İngiliz The Guardian gazetesinde 
yer alan 31 Mart 1999 tarihli "Kast savaşları Hindistan'ı ölüm tarlasına 
çevirdi" ve 13 Nisan 1996 tarihli "Bir zamanlar vahşet, 
Hindistan'daki alt sınıfları kontrol altında tutardı" başlıklı iki ayrı 
haberde ise son zamanlarda kastlar arasında yaşanan 
çatışmalar konu edilmiştir.
Hindu milliyetçiliğini temsil eden kurum Sangh Parivar'dır (Sangh Ailesi). Sangh Parivar, Hindistan'daki tüm milliyetçi partileri, örgütleri, resmi ya da gayri resmi tüm kuruluşları şemsiyesi altında birleştiren siyasi bir kurumdur. İktidardaki BJP (Bharatiya Janata Party- Hindistan Halk Partisi), VHP (Vishwa Hindu Parishad - Dünya Hindu Konseyi), Shiv Sena (Faşist Cephe) ve daha başka büyük küçük birçok milliyetçi örgüt, Sangh Parivar'ın bünyesinde sayılmaktadır. Ancak günümüz Hindu milliyetçileri açısından en büyük önem taşıyan kuruluş RSS'dir (Rashtriya Swayamsevak Sangh- Milli Gönüllü Orduları).



(Yanda) Sangh Parivar, genç Hinduların
eğitimi sırasında da kendisine Hitler ve 
Mussolini gibi faşist liderleri örnek almaktadır.

1925 yılında kurulan ve günümüzde de Müslümanlara ve diğer azınlıklara yönelik saldırıların organizatörü olarak kabul edilen RSS, fanatik Hindu milliyetçiliğinin temelidir. Günümüzde birçok siyasi parti ve farklı organizasyonlar bulunmasına rağmen, tüm aktif elemanlar mutlaka RSS'nin eğitiminden geçmişlerdir. Hindistan'daki hükümet kadroları, muhalefet partileri, askeri kadrolar ve emniyet birimlerinin büyük bir bölümü RSS'nin aktif militanlığını yapmış kişilerden oluşmaktadır. Bunların başında ise Hindistan Başbakanı Atal Bihari Vajpayee ve hükümeti gelmektedir.

Keshav Baliram Hedgewar tarafından 1925 yılında kurulan RSS, Almanya ve İtalya'daki faşist örgütlerle çok büyük benzerlikler gösteriyordu. Üstelik bu ilişki sadece benzerlikle sınırlı kalmamıştı. RSS kurucularından olan BS Moonje bizzat İtalya'ya gidip Mussolini yönetiminden tavsiyeler almıştı. Hinduizm konusundaki çalışmalarıyla tanınan İtalyan araştırmacı yazar Marzia Casolari'nin "Hindutva's Foreign Tie-up in the 1930s-Archival Evidence" (Hindutva'nın 1930'lardaki Dış Bağlantıları - Arşiv Kanıtları) isimli araştırmasında RSS kurmayları ile Mussolini yönetimi arasındaki yakın ilişki detaylı olarak belgelendirilmektedir. Casolari'ye göre İtalyan faşist rejiminin temsilcileriyle Hindu milliyetçileri arasında birçok görüşme gerçekleşmişti. RSS örgütünün kuruluşu, ideolojisinin belirlenmesi, organizasyon şemasının oluşturulması ve gençlerin eğitildiği birliklerle güçlendirilmesi, Mussolini İtalyası'ndan alınan ilhamla yapılıyordu.71

Shakha'larda Müslümanlardan Nefret Etme Dersleri


Raporda Shakha'larda verilen eğitimin en önemli bölümünün o bölgede 

yaşayan Müslümanlar hakkında bilgilerin toplanması olduğu belirtiliyor. 
Gençlere, başta Hindularca kutsal görülen kılıç ve bıçak olmak üzere 
her türlü silahın kullanımı öğretiliyor. Raporda gençlerin eğitiminde 
Müslümanlara karşı çok kapsamlı bir beyin yıkama gerçekleştirildiği de 
belirtiliyor ve bu organizasyonların nihai amacının "Müslümanları yok etmek 
için güçlü bir arzu duyan, içi nefret dolu, her türlü saldırı için eğitilmiş, silahlı 
ve fiziksel olarak çok güçlü bir ordu kurmak" olduğu belirtiliyor.72Hindistan'ın 
en önemli hukukçularının, akademisyenlerinin 
oluşturduğu büyük bir sivil girişim olan Concerned Citizens Tribunal 
2002 yılında hazırladığı bir raporda, Sangh Parivar'a bağlı organizasyonlarda 
verilen eğitim hakkında detaylı bilgiler verilmektedir. Raporda Hindutva hareketinin 
öncülerinden olan VHP ve Bajrang Dal'ın eğitiminden geçen genç 
Hinduların nefret duygularıyla eğitildikleri, liderlerinden aldıkları tek bir işaretle 
önlerine çıkan herkesi öldürebilecekleri, tecavüz edebilecekleri, evleri ve işyerlerini 
yağmalayabilecekleri, kundaklama yapabilecekleri ve tüm kanunları çiğneyebilecekleri 
anlatılıyor. Raporda "Shakha"larda eğitilen gençlere çok büyük güvenceler 
verildiğiinin de üzerinde duruluyor. BJP'nin iktidarı sayesinde her zaman korunacakları,
bu nedenle de kanundan ya da emniyet güçlerinden korkmamaları öğretiliyor. 
Raporda ayrıca radikal Hindu grupların eğitiminden geçmiş Shakha üyelerinin 
itiraflarına da yer veriliyor. Örneğin Bajrang Dal'a bağlı bir "Shakha"da eğitim 
gören itirafçı, yapılan gizli toplantıları, Müslümanlara karşı uygulanacak saldırı 
metodlarının nasıl öğretildiğini, eğer Shakha üyesi bir Müslüman öldürürse teşkilat 
tarafından nasıl korunacağını, eğer başına birşey gelirse ailesinin mutlaka korumaya 
alınacağını, eğer tutuklanırsa tek yapması gerekenin, üyesi bulunduğu partinin kartını 
göstermesi ve polisin bu kişiyi hemen serbest bıraktığını detaylı olarak anlatıyor. 
Ayrıca organizasyona bağlılığın önemi, Hindutva ideolojisine bağlılığın herşeyden 
önemli olduğu, gecenin hangi saatinde uyandırılırsa uyandırılsın, her türlü saldırı için 
hazır olması gerektiği, hiçbir zaman itiraz etmemesi gerektiği de Shakha üyelerinin eğitimi 
içinde yer alıyor.

RSS, kuruluşunun hemen ardından İtalya ve Almanya'dakilere benzer bir askeri eğitime yöneldi. Mussolini'nin yarı-askeri "Kara Gömlekliler"iyle Hitler'in Kahverengi Gömlekliler adıyla da bilinen SA (Sturm-Abteilung, yani "Fırtına Birlikleri") birlikleri temel alındı. Kurulan örgüte "Shakha" adı verildi. Hindistan'ın dört bir yanında kurulan Shakha'larda 6-7 yaşındaki çocuklar sözde düşmanlara (Müslümanlar ve Hıristiyanlar) karşı faşist birer militan olarak eğitiliyor, faşist bir ordu oluşturuluyordu. Mussolini'nin "devamlı barışın zararlı olduğu ve insan gücünün ancak savaşla en yüksek noktaya çıkabileceği" yönündeki Sosyal Darwinist deyişleri, RSS üyeleri arasında büyük bir itibar görüyordu.


Her gün Müslümanlara yönelik yeni saldırılar yapan Hindu milliyetçileri ile Hitler'in izinden giden Neo naziler faşist ideolojinin günümüzdeki temsilcileridirler.
1920'li yıllarda yavaş yavaş şekillenmeye başlayan saldırgan Hindu milliyetçilği, Shakha'larda yetişen militanlar sayesinde 1930'lardan itibaren tüm Hindistan'a yayıldı. Bu örgütlenme günümüzde de halen son derece aktiftir. Hindistan topraklarında halen yaklaşık 300.000 kadar Shakha olduğu tahmin edilmektedir ve her Shakha'da 50-100 arasında genç "eğitilmekte", yani radikal ve saldırgan bir milliyetçilik anlayışı ile beyin yıkamaya maruz kalmaktadır.73 Bu da en az 30 milyon fanatik Hindu militanının acımasız katliamlara imza atmak için hazır olduğunu ortaya koymaktadır. Yıllardır Shakha eğitiminden geçen kişileri de düşünürsek bu sayının daha da büyük olduğu ortaya çıkar.

RSS liderleri Mussolini'nin yanı sıra Hitler'in ırkçı politikalarını da destekliyorlardı. RSS başkanlarından Hedgewar milli birliğin ancak Müslüman ve Hıristiyanlar gibi Hindu olmayan toplulukların yokluğunda gerçekleşebileceğini ifade etmişti. Çünkü ona göre Hindu olmayanlar Hindu geleneklerini, ideallerini ve kültürünü anlayamaz, uygulayamazlardı. Hedgewar'ın düşünceleri RSS'nin ikinci başkanı olan Madhavrao Sadasivrao Golwalkar tarafından daha da radikalleştirildi. Golwarkar 1938 yılında yayınladığı We or Our Nationhood Defined (Biz veya Tanımlanmış Milletçiliğimiz) adlı kitabında sürekli Hitler'e ve onun ırk üstünlüğüne dayanan teorilerine göndermeler yapıyordu. Golwarkar'ın kitabından bazı alıntılar dikkat çekicidir:

Alman ırk gururu günümüzün konusu haline geldi. Almanya, ırkının ve kültürünün saflığını korumak için ülkesini Yahudilerden temizleyerek tüm dünyayı şaşırttı. Irk gururu orada en yüksek noktada kendini gösterdi. Almanya örneği bize farklı kökenlerden gelen ayrı ırkların ve kültürlerin bir birlik altında asimile olmasının imkansız olduğunu da gösterdi. Bu, Hindistan topraklarında yaşayan bizlerin öğrenmesi ve istifade etmesi gereken bir 74 derstir.

Golwarkar'ın Hindu milliyetçilerine verdiği öğüt ise şu şekildeydi:

Eski zeki milletlerin yaşantılarıyla tasdiklenen bu bakış açısına göre, Hindistan'daki Hindu olmayan insanlar ya Hindu kültürünü ya da ilini benimsemeli, Hindu dinine derin saygı göstermeyi öğrenmeli, sadece Hindu ırk ve kültürünün yüceltilmesi üzerinde düşünmelidirler. Yani sadece bu kara parçasına ve eski geleneklere karşı olan hoşgörüsüzlükleri ve memnuniyetsizliklerini bırakmakla kalmamalılar, aynı zamanda bunun yerine sevgi ve sadakatin pozitif tutumunu geliştirmelilerdir. Tek kelimeyle yabancılar olmaktan vazgeçmeliler ya da ülkede hiçbir şey talep etmeksizin, hiçbir ayrıcalık taşımadan - hatta vatandaşlık haklarını bile - tamamen Hindu milletine boyun eğmiş şekilde kalabilirler.75

Burada Hindu faşistleriyle Naziler tarafından paylaşılan söz konusu "toplumu zorla tek tip haline getirme" hedefinin İslam'a tamamen aykırı olduğunu da belirtmek gerekir. Hindu faşistleri Hindistan'daki tüm insanlara ya Hindu ideolojisini ve kimliğini benimseme ya da köle olarak yaşama seçeneğini sunmuşlar, Naziler aynı despotizmin daha korkunç versiyonlarını Alman olmayan azınlıklara karşı uygulamışlardır. Oysa İslam'a göre bir toplum içinde farklı etnik kökenlere ve farklı dini inançlara sahip insanlar birarada bulunabilir, barış içinde yaşayabilirler. Hepsine adalet ve hoşgörü uygulanmalıdır. Kuran'da Allah insanların "birbirleriyle tanışmaları" için farklı etnik kökenlerle yaratıldıklarını bildirmektedir. (Hucurat Suresi, 13) Dolayısıyla İslam ahlakının egemen olduğu bir toplumda hiçbir insan etnik kökeninden dolayı ayrımcılığa maruz kalmaz. Sadece etnik köken farklılığı değil, dini inanç farklılığı da İslam'a göre hoşgörüyle yaklaşılması gereken bir gerçektir. Allah Kuran'da "Dinde zorlama yoktur" buyurur. (Bakara Suresi, 256) Kuran'ın pek çok ayetinde, diğer dinlerin mensuplarının, özellikle de Kitap Ehli Hıristiyan ve Yahudilerin haklarının gözetilmesi emredilmektedir. Bu nedenledir ki İslam tarihi boyunca, Kuran ahlakının egemen olduğu toplumlarda, Müslüman olmayan azınlıklar büyük bir tolerans içinde yaşamış, inanç ve geleneklerini korkusuzca uygulamışlardır. Kimse onları zorlamamış, baskı altına almamış, farklı oldukları için köleleştirmeye veya yok etmeye çalışmamıştır.
Bugün bir kısım çevreler tarafından İslam hakkında bunun tam aksi bir tablo çizilmeye çalışılsa da, Kuran'ı inceleyen ve tarih bilen herkes, İslam'ın insanlara tanıdığı söz konusu hoşgörünün farkındadır. Bunlardan biri, ünlü yazar Amin Maalouf'tur. Lübnanlı Hıristiyan bir aileden gelen Fransız yazar Maalouf, Türkçe'ye Ölümcül Kimlikler adıyla çevrilen Les Identitées Meurtrières adlı kitabında, İslam tarihinin hoşgörü ve adalet örnekleriyle dolu olduğu tespitini yapmaktadır:
İslam tarihinde daha başlangıçtan itibaren, ötekiyle yan yana yaşama konusunda dikkate değer bir yatkınlık görülür. Geçen yüzyılın sonunda, en büyük İslam gücünün başkenti İstanbul'un nüfusu içinde başlıca Rumlar'dan, Ermeniler'den ve Yahudiler'den oluşan Müslüman olmayan bir çoğunluk bulunuyordu. Aynı dönemde Paris'te, Londra'da, Viyana'da ya da Berlin'de nüfusun yarısının Hıristiyan olmayanlardan, Müslüman ve Yahudilerden oluşabileceği düşünülebilir miydi? Bugün bile, kentlerinde müezzinin ezan okuduğunu işiten pek çok Avrupalı rahatsız olurdu.

Hiçbir yargıda bulunmuyorum, ben sadece Müslümanlık tarihi boyunca uzun bir yan yana yaşama ve hoşgörü uygulamasının var olduğunu saptıyorum... Bana göre, tarih İslam'ın, içinde öteki kültürlerle yan yana birlikte yaşama ve verimli etkileşim konusunda sonsuz potansiyel taşıdığını açıkça kanıtlıyor.76

"Öteki kültürlerle yan yana birlikte yaşama ve verimli etkileşim" kurmak bir yana, onları kendisine boyun eğdirmek ya da yok etmek isteyen Hindu milliyetçiliğinin, Nazizm'de kendisine ilham kaynakları bulması ise şaşırtıcı değildir. Çünkü Nazizm ile ortak bir pagan anlayışa ve antisemitik nefrete sahiptir.

69- Murtahin Billah Fazlie, Hinduism and Islam, A Comparative Study, Islamic Book Service, New Delhi, s. 87
70- Murtahin Billah Fazlie, Hinduism and Islam, A Comparative Study, Islamic Book Service, New Delhi, s. 81.
71- Marzia Casolari, "Hindutva's Foreign Tie-up in the 1930's - Archival Evidence", Economic and Political Weekly, 22 Ocak 2000, http://www.ffcl.org/history/pages/crpage06.htm
72- "Hindu Revivalism and The Hindutva Movement", http://www.geocities.com/indianfascism/fascism/the_movement.htm
73- "An Inquiry into the Carnage in Gujarat, Preparation for Violence, Training", Concerned Citizens Tribunal - Gujarat 2002, ttp://www.sabrang.com/tribunal/vol2/prepvio.html
74- M. S. Golwalkar, We or Our Nationhood Defined, Bharat Prakashan, 1938, Nagpur. http://www.foil.org/politics/hindutva/partha.html 
75- Partha Banerjee, "RSS - The "Sangh": What is it, and What is it not?", http://www.mnet.fr/aiindex/OnRSS.html M. S. Golwalkar. 1938. "We or Our Nationhood Defined". Bharat Prakashan, Nagpur. http://www.foil.org/politics/hindutva/partha.html#4
76- Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999, s. 50-51

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder