14 Mart 2010 Pazar

GİRİŞ: Batıl Uzak Doğu Dinlerini Yakından Tanımak


Doğu dinleri pekçok insan için büyük bir bilinmezdir. Hinduizm, Caynizm, Budizm, Sihizm, Şintoizm, Konfüçyüsçülük ve Taoculuk gibi dinlerin isimleri sayıldığında genelde insanların akıllarına taştan ya da tahtadan heykellere tapınan, bu heykellere adaklar sunup saygı gösterilerinde bulunan, loş tapınaklarda ilginç ayinler düzenleyen topluluklar gelir. İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi Allah'ın vahyine dayalı ilahi dinler -burada Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin ilk vahyedildikleri halleri kastedilmektedir. Çünkü Yahudilik ve Hıristiyanlık vahyedilmelerinden sonra tahrif edilmiş, orijinal hallerinden uzaklaşmışlardır-insanları aydınlık, huzur dolu, güvenli ve adaletli bir hayata çağırırlarken, dünya üzerinde yaklaşık 1.5 milyar kişinin1 kabul ettiği Doğu dinleri kasvetli bir hayatı, sapkın ritüelleri, sosyal adaletsizliği, dünyadan tamamen uzaklaşıp sefil koşullarda yaşamayı, kısaca her yönüyle batıl bir hayatı temsil etmektedirler. Bu dinlere inananların en temel yanılgıları ise Allah'ın mutlak varlığını inkar edip, sayıları yüz milyonu aşan putlara tapınmaları ve bu putlardan bir karşılık ya da yardım görmeyi ummalarıdır.


Asya halklarının büyük bir bölümünün inandıkları Hinduizm, Budizm gibi dinler, pagan (putperest) inançlardır. Budistler Buda heykelleri önünde eğilir, onlara adaklar sunarlarken, Hindular milyonlarca farklı puta tapınmaktadırlar. Bir insanın taştan yapılmış bir heykelin güç sahibi olduğuna, insanlara yardım etme ya da ceza verme kudretini elinde bulundurduğuna inanmasının, bu taş yığınına saygı duymasının ya da ondan korkmasının ne kadar büyük bir sapkınlık ve akılsızlık olduğu açıktır. Üstelik Hinduizm gibi ineklere, maymunlara, farelere, ağaçlara ve nehirlere tapınmayı emreden batıl dinler insanları çok daha büyük bir manevi sapkınlığın, cehaletin ve karanlığın içine sürüklemektedirler.
Ancak bu gibi putperest inanışlara sahip topluluklar tarihin her döneminde var olmuşlardır. Allah'ın Kuran'da kıssalarını haber verdiği pek çok mübarek elçisi benzer topluluklarla karşılaşmış, onları Allah'tan başka varlıklara secde etmekten vazgeçip, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'e iman etmeye davet etmişlerdir. Allah'ın Kendisi'ne dost kıldığı, hanif kulu Hz. İbrahim'in, putperest kavmine çağrısı Ankebut Suresi'nde şu şekilde haber verilmektedir:


Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz. (Ankebut Suresi, 17)

Günümüz putperestleri de Hz. İbrahim'in kavminden farklı değildirler. Onlar da geçmişteki putperestler gibi inançlarını "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" (Şuara Suresi, 74)diyerek savunmaktadırlar. Hurafelerle, batıl öğretilerle beyinleri uyutulmuş olan bu insanlar, içinde bulundukları büyük akılsızlığı ve hastalıklı ruh halini fark edememekte, dış dünyadan soyutlanarak atalarından miras aldıkları dinlerine dört elle sarılmaktadırlar. Oysa sahip oldukları inançları akıl ve vicdanla bir kez olsun sorgulasalar, atalarının izinden gitmeyi değil, gerçeği ve doğruyu bulmayı hedefleseler, mutlaka kendilerini ve tüm kainatı yoktan var etmiş olan Yüce Rabbimizin sonsuz güç ve kudretinin farkına varacaklardır. Bunun ardından da hurafelerle dolu hayatlarından kurtulup, Allah'ın elçileri vesilesiyle insanlara bildirdiği hidayet yolunu benimseyeceklerdir.



Hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği)
biliyorsunuz. (Bakara Suresi, 42)
Bu kitapta söz konusu Doğu dinlerinin tüm çarpık yönleri, sapkınlıkları, akıl ve mantıkla çelişen uygulamaları, ırkçılığı, şiddeti ve vahşeti meşru gösteren öğretileri gözler önüne serilecektir. Umudumuz, bu dinlerin mensubu olan insanların da ne kadar batıl bir hayat yaşamakta olduklarını anlamaları, insan yapımı, atalardan kalma geleneklere körü körüne uymanın kendilerini hem dünyada hem de ahiret hayatında ne kadar büyük bir kayba uğratacağının farkına varmaları ve bir an önce tüm batıl inanışlarından vazgeçip Allah'a teslim olmalarıdır.


Üzerinde duracağımız bir diğer konu ise bu inanışların Batı kültürü üzerindeki derin etkisidir. Doğu dinlerinin Batılı toplumların düşünce yapısı üzerindeki etkisini ilk bakışta anlamak biraz zordur. Ancak 18. yüzyıldaki Aydınlanma felsefesi, ardından gelen 19. yüzyıl materyalizmi, Avrupa toplumlarını ilahi dinlerden uzaklaştırmış, oluşan manevi boşluk ise 20. yüzyılda başta Hinduizm ve Budizm olmak üzere sahte Doğu dinlerini Batı düşünce dünyasına taşımıştır. Din ahlakının toplum üzerindeki köklü etkisini ortadan kaldırmak, materyalist dünya görüşünün benimsenmesini kolaylaştırmak ve manevi arayış içinde olan insanları "Allah inancına karşı çıkan sahte bir din" ile yanıltmak girişiminde bu batıl dinler önemli rol oynamışlardır.


Bazı çevrelerce sözde "Milenyum Dini" ya da "21. yüzyılın dini" tanımlamasıyla çok yönlü propagandası yapılan ve Uzak Doğu kültürünün tüm batıl ve pagan öğretilerini biraraya getiren New Age tarzı akımlar ise bu dinlerin 21. yüzyılda da Batılı toplumların gündeminde olacağını bizlere göstermektedir. Nitekim başta Vatikan olmak üzere çeşitli Hıristiyan toplulukları da, Uzak Doğu dinlerinden temel alan ve Batılı toplumlarda hızla yerleşen bu sahte akımları, içinde bulunduğumuz yüzyılda Hıristiyanlığın karşısındaki en büyük tehlikelerden biri olarak tanımlamaktadırlar. Vatikan tarafından hazırlanan ve bazı çevrelerce "Hıristiyanlığın yeni yorumu" olarak sunulan New Age Hareketi'nin çarpık yönlerinin sergilendiği "A Christian Reflection on the New Age" (New Age'e Hıristiyan Bakışı) başlıklı rapor, Hıristiyan dünyasının da bu akımı ne kadar tehlikeli bulduğunu ortaya koymaktadır.2


Hiç şüphesiz, insanları Allah inancından uzaklaştıran, ilahi dinlerin insanlara tavsiye ettiği güzel ahlak anlayışını ortadan kaldırıp yerine materyalist ve batıl inanışları yerleştirmeye çalışan bu gibi akımlara karşı, Allah'a samimiyetle iman eden tüm insanların birlik olarak çok yönlü bir fikri mücadele yürütmeleri gerekmektedir. Bunun için yapılması gerekenlerden biri, ilahi dinlerin insanları davet ettiği barış, huzur, güven, adalet, eşitlik, yardımlaşma, merhamet, şefkat ve sevgi dolu dünya ile batıl dinlerindeki maddi ve manevi sapkınlığı temel alan hayat şekli arasındaki büyük uçurumu gözler önüne sermektir. Hiç unutmamak gerekir ki, Batılı toplumlarda bu çarpık dinlere sempati duyan insanların çok büyük bir bölümü öncelikle ilgi çekmeyi, farklı ve orijinal tavırlarla dikkatleri üzerlerinde toplamayı amaçlamaktadırlar. Bir yandan da mutluluğu bu dinlerde bulacakları yanılgısına kapılmaktadırlar. Allah'ın elçileri vasıtasıyla insanlara gönderdiği hak dinlerin doğru yollarından uzaklaşarak kendilerini iç karartıcı, kasvetli, korku ve sıkıntı dolu bir dünyaya, çok büyük bir yıkıma sürüklemektedirler.


Bilinmelidir ki, dünya ve ahiret hayatında gerçek mutluluk ancak Allah'a gönülden iman etmek ve Allah'ın ayetlerine uymakla mümkündür. Çünkü "... Allah, hakkın ta Kendisi'dir. O'nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir..." (Hac Suresi, 62) ve;


O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir (Bütün kainatın mutlak surette Hükümdarı olan); Kuddûs'tür (Hatadan, gafletten, her türlü eksiklikten mutlak surette çok uzak); Selam'dır (Her türlü tehlikeden kullarını selamete çıkaran); Mü'min'dir; Müheymin'dir (Gözetici, Koruyucu); Aziz'dir; Cebbar'dır (Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan); Mütekebbir'dir (Herşeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren). Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. (Haşr Suresi, 23)


1- "Major Religions of the World Ranked by Number of Adherents", http://www.adherents.com/Religions_By_Adherents.html
2- "Jesus Christ: The Bearer of the Water of Life, A Christian Reflection on the New Age", Pontifical Council for Interreligious Dialogue, http://www.vatican.va/roman_curia/pontifical_councils/interelg/documents/rc_pc_interelg_doc_20030203_new-age_en.html

HİNDUİZMİN KARANLIK DÜNYASI




Hindu münzevileri (Sadhular) açlık, sefalet ve acı dolu bir hayat sonucunda "Brahma'ya ulaşacaklarına" inanırlar. Oysa onların "kendi kendine eziyet" halini alan bu sapkın uygulamaları İslam ahlakına tamamen aykırıdır. Allah Kuran'da
"…Allah, kullar için zulüm istemez." (Mümin Suresi, 31) şeklinde buyurmaktadır.
Doğu Dinleri denildiği zaman ilk akla gelen çoğu zaman Hinduizm'dir. Çünkü Hinduizm yaklaşık 900 milyon takipçisiyle, İslam dini ve Hıristiyanlıktan sonra dünya üzerinde en fazla kişi tarafından kabul gören üçüncü dindir. Hindistan, Nepal ve Endonezya'daki nüfusun önemli bir bölümü başta olmak üzere, Hinduizmi dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15'i kabul etmektedir. Hindistan nüfusunun yaklaşık yüzde 90'ını oluşturan 700 milyon kişi Hindudur.

Aslında Hinduizmi bir din olarak tanımlamak doğru değildir. Çünkü İslam dini, Hıristiyanlık ve Yahudilik Allah'ın vahyine dayalı hak dinlerken (Yahudilik ve Hıristiyanlık vahyedilmelerinden sonra tahrif edilmişlerdir), Hinduizm bir felsefe, yaşayış şekli, asırlardır süregelen batıl geleneklerden oluşan bir kültürdür. Bu nedenle de kitabın ilerleyen bölümlerinde Hinduizm batıl bir din olarak tanımlanırken, gerçekte asırlardır var olan putperest Hindu kültürü kastedilmektedir.

Tarih boyunca İndus Irmağı çevresinde değişik gelenekleri ve inançları olan farklı uygarlıklar yaşamıştır. Hindistan birçok kez istila edilmiştir. Bilinen en eski istilacılar ise Aryanlardır. Aryanlar, MÖ 2500-1500 yılları arasında kuzeybatıdan gelerek tüm Kuzey Hindistan'ı işgal etmişlerdir. Hindistan topraklarını sadece askeri anlamda işgal etmekle kalmamış, yeni bir Hindu uygarlığı oluşturmuşlardır. Bunu yaparken de bu topraklardaki yerleşik kültürün bazı geleneklerini koruyup, bazılarını değişitirip, Aryan kültürünü temel alarak yeni bir inanç meydana getirmişlerdir. Yerli Hindu halkı siyah tenli iken Aryanlar beyaz tenli, uzun boylu bir ırktır, bu nedenle de oluşturulan yeni kültür ırkçı temeller üzerine kurulmuş, beyaz olanlar kayırılmış, yerli halk ise aşağılanmıştır.
Aryanların MÖ 1000 yıllarında Sanskritçeyi kullanarak yazdıkları Vedalar ise, Hinduizmin ilk metinleri olarak kabul edilmiştir. Vedaların ardından zaman içinde farklı kişiler tarafından yeni metinler oluşturulmuş ve bunların hepsi biraraya getirilip Hindu dininin sapkın inançlarını anlatan sözde kutsal metinleri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla Hinduizm Allah'ın vahyine değil, istilacı ve savaşçı bir topluluk olan Aryanların yazıtlarına dayanan "insan yapımı" bir inanıştır. İngilizlerin 1829 yılında Hindistan'ı istilasının ardından Hinduizm ismiyle anılacak olan bu din, gerek temel aldığı batıl metinler, gerek yıllardır süregelen ilkel gelenek ve töreler, gerekse tüm ritüel ve uygulamalarıyla karmakarışık bir hurafeler toplamıdır. Bu inanışı, tek bir kitaba bağlı olan, kuralları belirlenmiş, kurucusu olan bir inanç olarak tanımlamak da mümkün değildir. Hinduizm köyden köye, kasabadan kasabaya, hatta aileden aileye çok büyük farklılıklar taşımakta, bu farklılıklar da Hinduizmin "kişiye özel batıl bir yaşayış şekli" olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. History of Hindu Imperialism (Hindu Emperyalizminin Tarihi) isimli kitabın yazarı Swami Dharma Theertha bu durumu şu şekilde açıklar:



Sadhular (Hindu çilekeş) yarı çıplak, aç ve susuz bir şekilde sokaklarda yaşarlar. Saç sakalları birbirine karışmış, toz ve pislik içinde bir görünümleri vardır. Bu sefil yaşamı bir erdem olarak kabul ederler. Ancak ibadet adı altındaki bu uygulamaları, onlara, Allah'ın dilemesi dışında, ne dünyada ne de ahirette bir fayda sağlamayacaktır.

Açıkçası, kimin Hindu olduğunu ve Hinduizmin ne olduğunu tam olarak söyleyebilmek mümkün değildir. Bu sorular tekrar tekrar araştırmacılar tarafından değerlendirilmiş ve bu sorulara şimdiye kadar tatmin edici herhangi bir cevap verilememiştir. Hinduizm, teizm (Allah'ın varlığına inanma)ateizm, politeizm (çok tanrıcılık), Adwitizm, Dwaitizm, Saivizm, Vaishanavizm ve benzeri dinlerin her türünü içinde barındırır. Doğaya tapma, atalara tapma, hayvanlara tapınma, putlara tapma, şeytana tapma, sembollere tapma, kendi kendine tapma ve tanrıya tapmayı içerir. Birbirleriyle çelişen bu felsefeler herhangi bir sıradan insanın kafasını karıştıracaktır. Hinduizmin içinde barbar uygulamalar ve karanlık batıl inançlardan, en mistik ayinler ve dikkat felsefelere kadar tüm aşamalara ve çeşitlere yer vardır."3

1947-1964 yılları arasında bağımsız Hindistan'ın ilk Başbakanı olan Pandit Nehru da Hinduizmi benzer şekilde tanımlamaktadır:


Biz Elçileri, Müjde Vericiler Ve Uyarıcılar Olmak Dışında (Başka Bir Amaçla) Göndermeyiz. İnkâr Edenler Ise, Hakkı Batıl Ile Geçersiz Kılmak Için Mücadele Ediyorlar...
(Kehf Suresi, 56)
Hinduizm bulanık, keskin hatlarla tanımlanamayan, çok yönlü, her insana göre değişen bir inançtır. Onu tam olarak tanımlamak çok zordur. Hatta kelimenin gerçek tanımıyla bir din olup olmadığını söylemek de çok zordur. Bugünkü haliyle geçmişte de olduğu gibi en yükseğinden en alçağına kadar, hatta birbirine karşı ve birbiriyle çatışan her türlü inancı ve ibadeti içine almaktadır.4

Özetlemek gerekirse Hinduizm, putperestliğin ve batıl inançların en alçaltıcı şekillerine izin verebilmekte, şeytana, putlara, ağaçlara, dağlara, nehirlere, bitkilere tapanları batıl bir inanışın altında birleştirmektedir. Hatta öyle ki kişilerin istedikleri putlara tapınmalarını, kendi putlarını kendilerinin oluşturmasını, türlü hurafeler ve batıl inanışlar üretip bunları din olarak kutsallaştırmalarını mümkün kılmaktadır. Bu anlayış ise zaten her yönüyle sapkın olan Hinduizmi, yaklaşık 300 milyon farklı puta sahip, milyonlarca türevi olan, her yönüyle batıl, karanlık bir yaşam şekli haline getirmiştir. Üstelik bu, insanların yirmi dört saatini kontrol eden baskıcı ve totaliter bir yaşamdır. Batıl Hindu geleneklerini; aile hayatlarında, insanlar arasındaki ilişkilerde, kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak inceleyeceğimiz adaletsiz sosyal düzende, ırkçılığa varan çarpık milliyetçilik anlayışında, diğer toplumlara olan düşmanlıkta, ülke politikalarında, hatta nasıl yemek yeneceğinden nasıl yıkanılacağına kadar hayatın her alanında görmek mümkündür. Hindular tüm hayatlarını Hindu metinlerinde yazdığı şekliyle geçirdikleri takdirde "doğru yola" ulaşacaklarını zanneder, bundan dolayı çok büyük bir yanılgıya düşerler. Çünkü Hinduizmin hem dünya hayatı hem de ahiret hayatı için hiçbir güzellik vaat etmesi mümkün değildir. Hinduizm batıldır ve hak karşısında mutlaka yok olacaktır. Rabbimiz şu şekilde buyurmaktadır:

De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)

3- Swami Dharma Theertha, History of Hindu Imperialism, Madras, 1992, s. 178. http://www.geocities.com/Athens/Agora/4229/in15.html
4- Jawaharlal Nehru, The Discovery of India, New Delhi, 1983, s. 75. http://www.geocities.com/Athens/Agora/4229/in15.html

Hinduizm Putperest Bir Dindir




Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar... (Yunus Suresi, 66)
Hinduizmin kendi içinde birçok farklı türevi olduğu için, bu batıl inancın öğretilerini kesin hatlarla tespit etmek, inanışlarını sınıflandırabilmek ve bunun ardından tüm sapkın yönlerini teker teker ortaya koymak mümkün değildir. Ancak Hindu dini hakkında bilinen en temel gerçek, bu dinin insanları putlara tapınmaya teşvik eden, pagan bir inanç olduğudur.

Hinduların nasıl bir Allah inancına sahip olduklarını anlamak oldukça zordur. Çünkü her farklı Hindu topluluğunun, kasabanın, köyün, hatta aynı aile içinde yaşayan bireylerin dahi birbirlerinden farklı inançları bulunabilmektedir. Ancak bu din üzerine araştırma yapıldığında Hinduizmin putperest bir din olduğu sonucuna ulaşılır. Bu gerçeğe rağmen, Hindular asırlardır süregelen putperest geleneklerini çok farklı şekillerde yorumlamaktadırlar. Milyonlarca farklı puta tapmalarına, bu putların cezalandırma ve mükafatlandırma gibi pek çok sözde üstün güce sahip olduklarına inanmalarına rağmen, Hindular genelde putperest olduklarını kabul etmezler. "Brahma" adını verdikleri "evrensel bir ruha" inandıklarını, diğer putları Brahma'nın yansımaları olarak gördüklerini, dolayısıyla Hinduizmin tek tanrılı bir inanç olduğunu söylerler.

Oysa bu, İslam dini ile hiçbir şekilde bağdaşmayan sapkın bir anlayıştır ve zaten putperestlik de budur. Üstelik Hinduizmin putperest bir din olduğunu anlamak için herhangi bir araştırmaya ya da uzun süre gözlemler yapmaya da gerek yoktur. Hindistan'ın dört bir yanını saran milyarlarca put bu gerçeği tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

Kuran ayetlerinde de putperestliğin tarifi çok açık bir şekilde yapılmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) döneminde de putlara tapan bazı Arap toplulukları, tüm evrenin yaratıcısı ve hakimi olan Allah'ın varlığına inanıyor, ancak taptıkları putların Allah'tan başka güçleri olduklarını sanıyor, kimi zaman da onlara "aracı" olarak tapınıyorlardı. Hinduizmdeki Brahma inancı ile bir kısım cahiliye devri Araplarının bu putperest inançları büyük bir benzerlik göstermektedir. Allah, bu insanların nasıl bir yanılgı içinde olduklarını Kuran'da şöyle haber verir:

...O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez. (Zümer Suresi, 3)

Nitekim şekil olarak da cahiliye putperestliği ile Hinduizm oldukça benzerdir. Hindular da sözde ilahlarına ibadet etmekte, yemekler sunmakta, saygı göstermekte, onlardan korkmaktadırlar. Hinduizmin pagan bir din olduğu açıktır ve tüm öğretileri bu açık gerçeği ortaya koymaktadır.

Bir Müslüman için Hinduizmin gerçek tanımını yapmak oldukça kolaydır. Çünkü iman edenlerin önlerinde hakkı batıldan ayıran bir rehber bulunmaktadır. Bu rehber Rabbimiz'in tüm insanlara doğruyu yanlıştan ayıran bir hidayet rehberi olarak gönderdiği Kuran'dır.


Göklerde Ve Yerde Her Ne Varsa O'nundur. Şüphesiz Allah, Hiçbir Şeye Ihtiyacı Olmayan (Gani)Dır, Övülmeye Layık Olandır. (Hac Suresi, 64)

Allah'ı "Bir ve Tek" olarak tanıyan İslam dini, bu tevhid inancı üzerine kuruludur ve Müslümanlar "La İlahe İllAllah" (Allah'tan başka ilah yoktur) gerçeğine iman eden, muvahhid kimselerdir. Rabbimiz insanları yaratma amacını "Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle bizlere haber vermiştir. Tüm insanlar Allah'a teslim olmak, sadece O'na dua edip yalnızca O'ndan yardım istemek ve hiçbir şeyi Rabbimiz'e ortak koşmamakla sorumlu tutulmaktadırlar. Bir ayette şu şekilde buyurulmaktadır:

De ki: "Ben, dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum." (Zümer Suresi, 11)
"Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır..." (Rum Suresi, 30) ayetiyle de bizlere bu gerçek hatırlatılmaktadır. Allah, kainatın ve kainattaki kusursuz düzenin tek sahibidir, yaratıcısıdır ve tek koruyucusudur. Evreni yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri, yeri ve en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık verendir. Fatır Suresi'nde şu şekilde buyurulmaktadır:

(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; Güneş'i ve Ay'ı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)

Tüm kainatı üstün bir yaratılışla var eden Rabbimiz, ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Başka varlıkları Allah'a ortak koşanlar, cansız putların önünde secde edip saygı gösterisinde bulunurlarken çok büyük bir günah işlemektedirler. Çünkü Allah tüm mülkün gerçek sahibidir, övülmeye, itaat edilmeye ve şükredilmeye gerçek layık olandır. Bir ayette bu gerçek şu şekilde haber verilmektedir:

De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26)

Canlı cansız tüm varlıkları çepeçevre kuşatmış olan Rabbimiz, söylediğimiz her sözde, aklımızdan geçen her düşüncede, yaptığımız her işte bize şahittir. O insanların içlerinden geçirdiklerinden, gizlice tasarladıklarından haberdar olan, gizlinin gizlisini bilendir:


Ey Insanlar, Siz Allah'a (Karşı Fakir Olan) Muhtaçlarsınız; Allah Ise, Ğaniy (Hiçbir Şeye Ihtiyacı Olmayan)Dır, Hamid (Övülmeye Layık)Tır.
(Fatır Suresi, 15)
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir Kitap'ta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

Yeryüzündeki her varlık Allah'a muhtaçtır. Allah ise; insanın sahip olduğu her türlü eksiklikten münezzehtir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Allah Kendisi'ne yegane sığınılan, ihtiyaç duyulandır. Kendisi'nden yardım beklenmesi, medet umulması gereken de yalnızca O'dur. Allah, ezeli ve ebedi olan, daima diri olandır:


Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun Kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Allah sonsuz güç sahibidir, herşey O'nun bilgisi ve emri dahilinde hareket eder. Gökten yere kadar bütün işler Allah'ın emriyle gerçekleşmektedir. Ölümler, doğumlar, doğa olayları, akla gelebilecek her iş, her olay Allah'ın emriyle oluşmaktadır. En küçüğünden en büyüğüne kadar alınan her karar, yapılan her faaliyet Allah'ın izni iledir. Aynı şekilde vücudunuzdaki trilyonlarca hücrenin işleyişi, bu hücrelerin her birinin içinde bulunan organellerin tek tek yerine getirdikleri bütün görevler, bu hücreleri besleyen sistemler ve daha sayamayacağımız türlü detaylar Allah'ın kontrolündedir. Bunun yanında, boşlukta dönüp durmakta olan Dünya'dan, Dünya'nın üzerindeki tek bir karıncanın beslenmesinden üremesine kadar hayatını devam ettirmesi için gereken tüm faaliyetlere kadar herşey yine Allah'ın izniyle gerçekleşir. Rabbimiz "... O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur..." (Hud Suresi, 56) ayetiyle bu gerçeği bizlere bildirir.

Hiçbir insan ya da varlık Allah'tan bağımsız müstakil bir güce sahip değildir. Tüm varlıklar Allah'a boyun eğmiştir. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'a teslim olmuştur ve O'nun kontrolündedir. Hiç kimse Allah'ın kontrolü ve dilemesi dışında hareket edemez, tek bir söz dahi söyleyemez. Allah, bütün alemlerin sahibidir. Tüm kuvvet sadece Allah'ın elindedir. Bu gerçeği unutup da, ne kendine ne bir başkasına -Allah'ın dilemesi dışında- en küçük bir yardıma bile güç yetiremeyecek taştan, topraktan varlıklardan medet ummak, insana hem dünyada hem de ahirette çok büyük hüsran getirir. Allah Araf Suresi'nde şöyle buyurmaktadır:


Gökleri Ve Yeri Hak Ile Yarattı: O, Şirk Koştukları Şeylerden Yücedir.
(Nahl Suresi, 3)
Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar? Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe. Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir. Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler. Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın. Hiç şüphesiz, benim velim Kitab'ı indiren Allah'tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor. O'ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de. Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile. (Araf Suresi, 191-198)

Hinduizmi incelediğimizde son derece sapkın, batıl, ilkel, akıl ve mantıkla çelişen bir ritüeller dini ile karşılaşırız. Onlar tüm hayatlarını hayali ilahlarına cahilce ibadet ederek geçirirler. Hindistan'ın her yerinde bu Hindu putlarını görmek mümkündür: tapınaklarda, evlerde, küçük yol üstü ibadet yerlerinde, girintili çıkıntılı taş yontularda, reklamlarda, takvim yapraklarında, film afişlerinde, dükkanlarda, mücevher tasarımlarında, biblolarda, ev süslemelerinde... Kısaca Hinduizmin etkili olduğu ülkelerde hayatın her alanı bu putlarla çevrilmiştir.

Allah Fatır Suresi'nde böyle kimselerin durumlarını bizlere şu şekilde haber vermektedir:

Eğer onlara dua ederseniz, duanızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet gününde ise, sizin şirk koşmanızı tanımayacaklardır. (Bunu herşeyden) Haberi olan Allah gibi sana (hiç kimse) haber vermez. (Fatır Suresi, 14)

Hinduların putperest olmadıklarını iddia etmelerinin nedenlerinden biri ise, bu inancın saçmalığının dünyadaki hemen her sağduyulu insan tarafından bilindiğinin farkında olmalarıdır. Tapındıkları putların aslında put olmadığını, kendilerini "Brahma"ya veya "evrensel ruha" ulaştıracak aracılar sayıldığını iddia ederken farkına varamadıkları gerçek ise, bu iddianın zaten tarih boyunca tüm putperestlerin iddiası oluşudur. Başta da belirttiğimiz gibi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in dönemindeki cahiliye devri müşrikleri de taptıkları putlara kendilerini Allah'a yaklaştırsınlar diye taptıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu sapkın inanca kapılmalarının nedeni ise - hem cahiliye devri müşriklerinin hem de Hinduların - atalarından miras kalan öğretilere körü körüne, sorgulamadan inanmalarıdır. Hz. İbrahim ile putperest kavmi arasında geçen ve Kuran'da haber verilen bu konuşma, putperestlerin tarih boyunca süregelen bu bağnazlığını göstermektedir:


Hinduların hayali ilahları Brahma'nın bronz heykeli


Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler...
(Ankebut Suresi, 17)
Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.
Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz."

Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?"
Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?
"Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (Şuara Suresi, 70-74)

Hinduizmi sempatik gösterme propagandasının öncüleri sadece Hindular değildir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde daha detaylı olarak inceleyeceğimiz materyalist ve Darwinist çevreler de bu propagandada önemli bir rol üstlenmektedirler. Ancak Batı toplumlarında putperestliğe karşı Hıristiyan geleneğinden gelen doğal bir tepki vardır. Hıristiyanlık zaman içinde ilk vahyedildiği halinden uzaklaşıp dejenere olmuşsa da bu gibi temel değerlerini korumuştur. Günümüzde de Hıristiyan toplumları putperestliği bir çeşit sapkınlık, Hinduizmi de putperest bir inanç olarak görmektedirler. Bu nedenle de Hindu inanışlarının Batılı toplumlarda yerleşmesini hedefleyen çevreler, "evrensel ruh" tanımını kullanarak bu sapkınlığı putperestlikten uzak bir görüntüyle kamufle etmeye çalışmaktadırlar. Bu aldatmacanın bozulması içinse, çözüm Hinduizm'e inanan insanların düşünmeye, vicdanlarının sesini dinlemeye ve akıllarını kullanmaya davet edilmeleridir. Allah, Kendisi'nden başka ilahlar edinerek cahilce sapan insanları vicdanlarıyla hareket etmeye şöyle davet etmemizi bizlere bildirmiştir:


"...De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Rad Suresi, 16)

Hindular Milyonlarca Puta Taparlar


"İslam ve Budizm" isimli kitabımızda detaylı olarak incelediğimiz batıl Budist inanışlar, Buda heykellerine sapkınca tapınmayı, heykellere yiyecekler sunmayı, açlık ve sefalet içinde Buda'ya kendini adamayı emretmektedir. (Bkz. İslam ve Budizm, Harun Yahya, Aralık 2002, Araştırma Yayıncılık) Hinduizm'de ise bu putların sayısı 300-350 milyona kadar çıkmaktadır. Çünkü her yönüyle batıl bir öğreti olan Hinduizme göre her Hindu kendi putunu yapabilir, istediği canlı ya da cansız varlığa sapkınca tapabilir. Her üç Hinduya ortalama bir tane put düşmesi bu dinin ne kadar büyük bir hurafe olduğunu en açık şekilde ortaya koymaktadır.


Brahma, Vishnu ve Shiva Hinduların en çok değer verdikleri üç sözde ilahlarıdır. Putperest Hindu inanışlarına göre bu üç hayali ilahın çeşitli özellikleri ve kabiliyetleri vardır. Oysa akıl ve sağduyu sahibi bir insanın taştan, tahtadan yapılmış heykelleri güç ve kudret sahibi bir varlık zannetmesi, onlardan medet umması mümkün değildir.

Hindular insan, hayvan, bitki, mekan ve olaylar gibi milyonlarca farklı varlığı veya olguyu put edinebilirler. Her kasaba kendi uydurma ilahına sahiptir. Her kasabanın ya da köyün girişinde yılan, maymun ve daha farklı putların temsil edildiği heykellere rastlanır. Her Hindu evinin de kendi putları vardır. Hatta aynı aile içinde dahi her bireyin farklı putlara secde ettiği görülmektedir. Sabahları putlarını şarkılarla ve ışık oyunlarıyla uyandırdıklarını düşünür, onları temizler, onlara çiçekler, yemekler, sütler sunarlar. Allah putperest kavimlerin bu büyük aldanışlarını ve kendilerine ilah edindikleri varlıkların hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini "Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var?.." (A'raf Suresi, 195) ayetiyle bizlere haber vermektedir.

Hindular Ganeşa adını verdikleri putlarına her fırsatta sapkınca saygı gösterilerinde bulunurlar. Akıl ve mantıkla çelişen bu garip ritüeller onlara hem dünyada hem de ahirette büyük bir kayıp getirecektir.
Hindular putlarına bu şekilde tapınırlarken, çok büyük bir sapkınlık içinde olduklarını, yaptıklarının akıl ve mantıkla çeliştiğini düşünmez, her hareketlerini bir ibadet olarak görürler. Oysa onların tahtadan, taştan putlara ya da sözde ilahlarına tapmaları, Allah'ın vahyine dayalı tüm dinlerde şiddetle yasaklanan çok büyük bir günahtır. Allah'ın dışında canlı ya da cansız başka varlıklara tapanlar Kuran'da müşrikler, yani Allah'a şirk koşanlar, olarak tarif edilir. Şirk Allah'ın dışındaki varlıklara, Allah ile eşit ya da Allah'tan daha fazla değer vermek demektir. Yani şirk koşan kişi sevgisini, ilgisini Allah'tan ziyade bu varlığa yöneltir, Allah'tan başka ilahlar edinir. Bazı müşrikler Allah'ın varlığını açıkça inkar ederlerken, bazıları Allah'la birlikte kendi sözde ilahlarına da tapmaktadırlar. Kuran'da şirk konusuyla ilgili pek çok ayet bulunmaktadır ve Allah şirk koşanları affetmeyeceğini bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:

Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)

…Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, Kendisi'ne ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur. (Maide Suresi, 72)
Hiç şüphesiz, Allah, Kendisi'ne şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (Nisa Suresi, 116)

Bir ayette ise Hz. Lokman'ın oğluna şu şekilde bir öğüt verdiği haber verilmektedir:

…Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür." (Lokman Suresi, 13)

Hindular için putlara yiyecek sunmak çok önemli bir ritüeldir. Tüm Hindular bir taşa yemek sunmanın ne kadar büyük bir saçmalık olduğunu düşünmeksizin, atalarından aldıkları bu batıl gelenekleri şuursuzca devam ettirirler.
Hindu inanışlarındaki sapkın ritüeller, tek tek tarif edilemeyecek kadar detaylı ve karmaşıktır. Hindu yazıtlarında her bir put ile ilgili ayrı bölümler, efsaneler, özel ritüeller, kurban törenleri vardır. Söz konusu efsanelerde putların her birinin kendi aile hayatları, düşmanları, zaafları, hırsları, insanüstü güçleri, cezalandırma yöntemleri vardır. Ayrıca bu putların dokundukları, üzerine binip yolculuk yaptıkları, birarada bulundukları canlı - cansız her varlık da Hindular tarafından cahilce kutsal görülürler. Günlük yaşam da bu putlar arasında bölüştürülmüştür. Hindular bu putların varlığına da, onların tüm bu özelliklere sahip olduklarına da tam anlamıyla inanırlar. Hinduların en çok değer verdikleri putlar ise üç tanedir. Bunlar Brahma, Vishnu, Shiva'dır. Brahma'nın sözde var etme özelliğine sahip olduğuna inanılır. Vishnu'nun koruyucu, Shiva'nın ise yok edici olduğuna inanılır. Hinduizm daha bunlar gibi milyonlarca batıl inanış üzerine kuruludur. Ancak çocuk masallarında rastlanabilecek garip hikayeler, insanlara bir din olarak sunulur. Oysa İslam dini Allah'ın vahyine, Rabbimiz'in "Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur'an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir. (Fussilet Suresi, 42) ayetiyle tarif ettiği Kuran'a dayalıdır. Rabbimiz Bakara Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:

... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kuran... (Bakara Suresi, 185)


Allah'a iman eden bir insan tüm hayatını Rabbimiz'in razı olacağı gibi geçirir, Kuran ayetlerinde bildirilen hükümlere titizlikle uyar. Mümin derin Allah korkusu ve Allah sevgisi, samimi imanı ve güçlü vicdanı ile tanınır. Hayatının her anında vicdanının sesini dinlediği için doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilir, feraset ve basiret sahibidir, akıllıdır. Kuran ahlakından uzaklaşıp, atalarından gördükleri geleneklere uymanın insanı ne kadar büyük bir kayba uğrattığının farkındadır. Bu üstün vasıflardan yoksun olan müşriklerin içinde bulundukları durum ise ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir:

"Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 17)

De ki: " Allah'ın dışında (tanrı diye) öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiçbir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiçbir ortaklığı olmadığı gibi, O'nun bunlardan hiçbir destekçi olanı da yoktur. (Sebe Suresi, 22)

Tüm müşrikler gibi Hindular da tapındıkları putların Allah'tan bağımsız, müstakil güçlere sahip oldukları yanılgısına düşerler. Önünde secde ettikleri taştan, tahtadan heykellerin kendilerini duyduklarını, işledikleri günahların farkında olduklarını zannederler. Bu heykellerin insanlara zarar verebileceğine, onları lanetleyebileceğine inanırlar. Oysa bu düşünceleriyle hem Allah'a şirk koşarak çok büyük bir günah işlemekte, hem de akıl ve mantıkla çelişen çok büyük bir çıkmaza girmektedirler. Rabbimiz müşrikleri bu büyük çıkmazdan kurtulmaya şöyle davet etmektedir:

Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Rum Suresi, 40)


Allah Kuran'da İsrailoğullarının buzağıyı tanrı edindiklerini bildirir. Hinduların da ineği sözde bir ilah olarak kabul etmeleri son derece dikkat çekicidir.

Hinduların sapkın ritüelleri saymakla bitmeyecek kadar fazladır. Örneğin Hindular, tapınaklarının içinde yer alan ikonalara çok büyük bir saygı gösterirler. Saygın bir konuk gibi bu cansız heykellere hizmet eder, sevgi sunar, ilgi gösterirler. Yıkanmaları ve içmeleri için su, giysi, çiçekler, tütsü ve daha pek çok farklı şey sunarlar. Bu putlar her gün sanki bir canlı uyandırılıyor gibi özenle uyandırılır, giydirilir, Hindular tarafından ziyaret edilirler; kendilerine ibadet edilir ve daha sonra istirahate terk edilirler. Hindu bayramlarında topluca putlara hediyeler, sunular verilerek, oruç tutularak, ilahiler söyleyerek hiçbir gücü olmayan anlamsız eşyalara karşı şuursuzca bağlılıklarını kanıtlamaya çalışırlar.5 Hiçbir Hindu tüm bunların ne derece saçma ve küçük düşürücü olduğunu fark etmez. Bir taşı ya da tahtayı uyandırmaya kalkmanın, onu giydirme ya da onunla konuşmanın ne kadar büyük bir akılsızlık ve saçmalık olduğunu kavrayamaz. Ancak şizofreni hastalarında görülen türde bir hezeyan sergilediklerinin bilincine varamaz. Rabbimiz putperestlerin bu sapkın inançlarını bizlere şu şekilde bildirmektedir:


İneklere tapınmanın ne kadar büyük bir akli, ahlaki ve ruhi bozukluk olduğu açıktır. Koskoca bir ulusun 21. yüzyılda böylesine akıldışı bir inanca sahip olması insanı hayrete düşüren bir durumdur.
(İbrahim) Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?" "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (Şuara Suresi, 72-74)

Hinduizmin sapkın inanışlarına göre inekler, maymunlar, bazı kuş türleri, bazı ayı türleri, geyikler, filler, bazı timsah türleri, kedigiller, fareler, baykuşlar, kargalar, köpekler de sözde kutsaldırlar6 ve tüm bu hayvanlara da hayali ilahlarına gösterdikleri saygıyı gösterirler. Örneğin Rajputana Tapınağı'ndaki farelere kimse dokunmaz; bu farelere dokunmak çok büyük bir günah olarak görülür.7Kendisine en çok saygı gösterilen hayvan ise hiç şüphesiz inektir. Yolda bir inekle karşılaşan ya da bir inek resmi gören Hindular üstün güçlere sahip, "tüm insanlığın anası" ve herşeyiyle kutsal bir sözde ilahla karşılaştıklarını düşünür ve bu ineğe saygı gösterisinde bulunmaya başlarlar.
İnekler sapkın Hindu inançlarına göre yer, gök ve atmosferin anası sayılmaktadır. Bu nedenle de inekler ve öküzler caddelerde, alışveriş merkezlerinde veya diledikleri her yerde serbestçe dolaşabilirler. İnek etinin yenmesi yasaktır, öldürülmeleri de kanunla yasaklanmıştır. İneklerin dışkıları Hindularca kutsal ve aynı zamanda da çok faydalı olarak görülür. Çok sayıda hastalığı tedavi ettiğine ve adetlere göre insan ruhunu arındırdığına inandıklarından dolayı kutsal görülmekte, içilmekte ve yenmektedir.8 İneklere tapınmanın - hem de bu denli iğrenç ritüeller uygulamanın - ne kadar büyük bir akli, ahlaki ve ruhi bozukluk olduğu açıktır. Eğitimli, üniversite mezunu, belli bir entelektüel seviyeye ulaşmış Hinduların dahi bu sapkın gelenekten asla ödün vermemesi ise, Hinduizmin insanlar üzerindeki büyük etkisini tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Hindu gelenekleriyle akılları örtülmüş olan bu insanlar neyi niçin yaptıklarının dahi farkında değildirler, analiz yeteneklerini ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilme özelliklerini tamamen kaybetmişlerdir. Ve hiç düşünmedikleri bir gerçek daha vardır: Tüm putları biraraya gelseler dahi Allah'tan gelecek bir azaptan onları "hiç kimse ya da hiçbir varlık, hiçbir şekilde" koruyamayacaktır. Allah Araf Suresi'nde müşriklere şu şekilde haber vermektedir.


Resimdeki kadın ağaca oyulan Venugopalaswamy Tapınağında, putları Krishna'ya sapkınca ibadet ediyor. Batıl Hindu inanışlarında bu ağaçlar da sözde kutsaldırlar. İslam dini ise müşrik toplulukların tüm bu sapkın anlayışlarını reddeder ve kainatın tek sahibi, Rahman ve Rahim olan Rabbimiz'e kulluk etmeyi emreder.
Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar? Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeye. (Araf Suresi, 191-192)

İneğin Hindularca sözde bir ilah olarak görülmesi oldukça dikkat çekicidir. Çünkü Rabbimiz Kuran'da özellikle buzağıyı tanrı edinenlere birçok ayetle dikkat çekmekte ve "Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte Biz, 'yalan düzüp-uyduranları' böyle cezalandırırız." (Araf Suresi, 152) şeklinde buyurmaktadır. Ayetlerde Hz. Musa'nın yanlarından ayrılmasının ardından İsrailoğullarının da buzağıyı put edindikleri ve ona tapındıkları haber verilmektedir. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:

Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Ama sonra siz, onun arkasından buzağıyı (tanrı) edinmiş ve (böylece) zalimler olmuştunuz. (Bakara Suresi, 51)
Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı "İşte sizin ve ilahınız, Musa'nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu" dediler. Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı? (Taha Suresi, 88-89)

Andolsun, Musa size apaçık belgelerle geldi. Sonra siz onun arkasından buzağıyı (tanrı) edindiniz. İşte siz (böyle) zalimlersiniz. Hani sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (Kitaba) sımsıkı sarılın ve dinleyin" (demiştik). Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık." İnkârları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?" (Bakara Suresi, 92-93)
(Tura gitmesinin) Ardından Musa'nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler, de zulmedenler oldular. (Araf Suresi, 148)
Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte Biz, 'yalan düzüp-uyduranları' böyle cezalandırırız. (Araf Suresi, 152)

Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız." (Taha Suresi, 91)

Ayetlerde de görüldüğü gibi İsrailoğulları buzağıya "tutkuyla" bağlanmış, Hz. Harun ise onları bu sapkınlıktan vazgeçmeleri için birçok kez uyarmıştır. Taha Suresi'nde Hz. Harun'un kavmine yaptığı şu uyarısı haber verilir:

"Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti. (Taha Suresi, 90)

Hz. Musa kavmine geri geldiğinde onları buzağıya taparken bulur:

Hani Musa, kavmine: "Ey kavmim, gerçekten siz buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, Yaratıcınız Katında sizin için daha hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 54)

İneğe tapan Hindularla, buzağıyı ilah edinen Hz. Musa devrindeki İsrailoğulları arasındaki benzerlik çok dikkat çekicidir. Onlar da başka bir hayvanı ya da başka bir nesneyi değil, Kuran'da birçok ayetle dikkat çekilen ineği Allah'a ortak koşmuş ve çok büyük bir günaha girmişlerdir. Ancak Hz. Musa devrindeki İsrailoğulları bu yaptıklarının çok büyük bir hata olduğunu fark etmiş ve Rabbimiz de onların tevbelerini kabul etmiştir. Hindular da bir an önce içinde bulundukları bu sapkınlığın farkına varmalı, samimiyetle tevbe edip, Bir ve Tek olan Allah'a gönülden teslim olmalıdırlar. Umulur ki Rabbimiz tevbelerini kabul edecek ve onları hidayete yöneltecektir. Bakara Suresi'nde şu şekilde buyurulmaktadır:

Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. Şüphesiz, inkar edip kafir olarak ölenler, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir. Onda süresiz kalacaklardır, onlardan azap hafifletilmez ve onlar gözetilmezler. (Bakara Suresi, 160-162)

Putperest Hindular taştan heykelleri önce yıkar, sonra yüzlerine makyaj yapar, ardından da çiçeklerle süslerler. Bu sapkın ritüel Hindistan'ın dört bir yanında sürekli uygulanır. Oysa onlar kendilerini ibadet edip iyi bir iş yapmakta zannederlerken, gerçekte çok büyük bir aldanış içindedirler. Çünkü Allah Kendisi'ne şirk koşan müşrikleri sonsuz cehennem azabıyla uyarmaktadır.

Dola Purnima Festivali sırasında sözde ilahları Krishna'nın heykelini taşıyan Hindu gençler, bu göreve seçilmeyi büyük bir şeref olarak görürler. Oysa taştan bir putun, kendisine inananları gördüğünü, koruduğunu, dualarını işittiğini ve saygı gösterilerini değerlendirdiğini düşünmenin ne kadar büyük bir sapkınlık olduğu açıktır.

Hinduizmde putlar insan ve hayvanlarla da sınırlı kalmamaktadır. İnsanın gün içinde karşılaşabileceği hemen her nesne büyük bir sapkınlıkla kutsallaştırılmış ve kendisine ibadet edilir hale getirilmiştir. Örneğin Allah'ın izniyle biraraya gelip çağlayarak akan nehirler, O'nun yüce takdiri ile tohumu yere düşüp büyüyen ağaçlar, Rabbimiz'in sarsılmadan sabit durmasına izin verdiği dağlar Hindularca kutsal olarak görülmektedir. Oysa Rabbimiz'in Kuran ayetlerinde bildirdiği gibi tüm bu varlıklar Allah'a secde etmektedirler:

Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, Güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah'a secde etmektedirler... (Hac Suresi, 18)



Milyonlarca farklı puta cahilce ibadet eden Hindular, Himalayaları da, 
Ganj Nehri'ni de kutsal kabul ederler. Allah'ı unutup, taşa, toprağa, 
suya ibadet eden bu insanlar -söz konusu batıl inanışlarından vazgeçmedikleri 
sürece- kendilerini çok büyük bir azaba sürüklemektedirler.

Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah'a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. (Nahl Suresi, 49)

Bu sapkın düşünce Hinduları dağlar, nehirler hakkında akıl dışı efsaneler üretmeye götürmektedir. Bu efsanelere göre dağların, nehirlerin ruhları ve yaşamları vardır. Haktan sapılarak kendilerince kutsallaştırdıkları nehirlerin en ünlüsü ise Ganj'dır, sözde kutsal dağların başında ise Himalayalar gelmektedir.9 Hindulara göre ateş putu Agni, Güneş putu Surya, okyanus putu Varuna, rüzgar putu Vayu, mimari putu Vişkarma, ölüm putu ise Yama'dır. Sadece bu inançlar dahi Hinduizmin ne kadar akıl dışı ve uydurma bir hurafeler yığını olduğunu ortaya koymak için yeterlidir. Çünkü normal akıl seviyesine sahip hiçbir insanın bir nehirin karşı konulamaz güçlerinin olduğunu düşünmesi mümkün değildir. Bunlar ancak batıl safsatalarla tüm düşünce yolları tıkanmış, kavrayışı ortadan kalkmış ve akli yeteneklerini yitirmiş bir insanın inanabileceği şeylerdir. Oysa günümüzde yaklaşık 1 milyar kişi körü körüne bu sapkın dinin peşinden gidebilmektedir.

Hindu inanışları insanların "Ganj Nehri'nin sularının tüm günahları temizlediği" gibi akıl ve mantık dışı bir efsaneye inanmalarını emreder
Geçmiş putperest topluluklar gibi Hindular da sapkınca Güneş'e tapınmış ve bunun için tapınaklar inşa etmişlerdir.(Yanda) Orissa Bölgesi'ndeki Konarak Tapınağı.

Bugün Hindistan'da Güneş'e tapma da hala sürmektedir. En önem verilen Güneş tapınağı da Orissa Bölgesi'ndeki Konarak Tapınağı'dır. 10 Güneş'e tapınma Hindular ile geçmişteki putperest toplumlar arasındaki bir diğer benzerliktir. Bu aldanış, tarihin en eski dönemlerinden beri süregelmektedir. Güneş'in kendilerine ısı ve ışık sağladığını gören insanlar varlıklarını bu gök cismine borçlu oldukları zannına kapılmışlar ve Güneş'e kendi düşük akıllarınca ilahlık vermişlerdir. Bu sapkın inanç, tarihte pek çok toplumu Allah'ın hak dininden uzak tutmuştur. Kuran'da bu durum bizlere haber verilmekte ve Hz. Süleyman devrinde yaşayan Sebe Halkı'nın Güneş'e taptığı şöyle anlatılmaktadır:

Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da Güneş'e secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye. (Neml Suresi, 24-25)

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Alah'a secde edin, ki bunları Kendisi yaratmıştır..
(Fussilet Suresi, 37)

Dikkat edilirse, insanların Güneş'e tapmaları, tam bir cehaletin ve akılsızlığın sonucudur. Güneş'in dünyaya ısı ve ışık ulaştırdığı doğrudur, ancak bunun için şükredilmesi gereken, Güneş'i yaratmış olan Allah'tır. Güneş, hiçbir şuuru olmayan bir hidrojen-helyum yığınıdır ve bir zamanlar yok iken Rabbimiz onu yoktan yaratmıştır. Gelecekte bir gün de yakıtı tükenecek ve sönüp gidecektir. Belki bundan önce Rabbimiz onu yok edecektir. Allah, Güneş'i de, tüm diğer gök cisimlerini de yoktan yaratmıştır ve dolayısıyla tüm bu varlıklar nedeniyle övülüp yüceltilmesi gereken Allah'tır. Bir ayette bu gerçek şöyle açıklanır:

Gece, gündüz, Güneş ve Ay O'nun ayetlerindendir. Siz Güneş'e de, Ay'a da secde etmeyin. Allah'a secde edin, ki bunları Kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz. (Fussilet Suresi, 37)

Allah'ı unutup, tüm hayatlarını hiçbir şeye gücü olmayan taştan heykellere ibadet ederek geçiren, batıl bir hayat sürerek büyük bir kayıp içinde yaşayan bu insanların asıl kayba uğrayacakları yer ise hiç şüphesiz sonsuz ahiret yurdu olacaktır. Onlar dünya hayatını putlarını memnun etmek uğruna heba ederlerken, yeniden dünyaya gelip hiç ölmeyecekleri yalanına sarılırlar. Ancak bu sarıldıkları yalanların içi boş bir aldanış olduğunu ölümleriyle birlikte anlayacaklardır. Rabbimiz bu gerçeği Ankebut Suresi'nde şu şekilde haber vermektedir:

(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur." (Ankebut Suresi, 25)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de bir hadislerinde müşrikler için "Herhangi bir şeyi Allah'a ortak kılarak ölen kimse ateşe girer"11 şeklinde buyurmuş ve imanlarına şirk katmayan muvahhid kullarına ise şu güzel müjdeyi vermiştir:

"Her kim ki, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan, tam bir ihlas ile O'nun birliğine inanmak, O'na ibadet etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı (gereği gibi) vermek hali üzerinde dünyadan ayrılırsa, Allah (Teala) kendisinden razı iken ölmüş olur."12

5- Korhan Kaya, Hinduizm, Dost Yayınevi, Şubat 2001, Ankara, s. 48
6- Korhan Kaya, Hinduizm, Dost Yayınevi, Şubat 2001, Ankara, s. 68

7- Khushwant Singh, India An Introduction, New Delhi, 1990, s. 44. Murtahin Billah Fazlie, Hinduism and Islam, A Comparative Study, Islamic Book Service, New Delhi, s. 76

8- "Lynching 5 Dalits in Police Presence Exposes India's Inhuman Caste System", http://www.islamonline.net/english/news/2002-10/17/article54.shtml

9- Korhan Kaya, Hinduizm, Dost Yayınevi, Şubat 2001, Ankara, s. 62

10- Korhan Kaya, Hinduizm, Dost Yayınevi, Şubat 2001, Ankara, s. 23

11- Sahih Müslim, cilt 1, s. 138, no: 141

12- İbni Mace, 1. cilt, s. 119, no: 70 

Hinduizmin Ölüm ve Ahiret Hayatına Dair Batıl İnançları


Putperest Doğu dinlerinin en temel özelliklerinden biri ahiret inancını inkar etmeleri, canlıların hayatlarının ise reenkarnasyon ve karma olarak isimlendirilen hayali bir sisteme göre işlediğini iddia etmeleridir. Hindu dininin ölüm ve dünya hayatına bakışı da bu iki temel üzerine kuruludur.

Reenkarnasyon (ruh göçü ya da tenasüh), ölümün ardından ruhun beden değiştirerek dünyaya birçok kez gelip gitmesi şeklinde özetlenen yanlış inanca verilen isimdir. Hinduizmde "sansara" adını alan reenkarnasyonun, "karma" adı verilen hayali bir sebep-sonuç yasasına göre işlediği sanılır. Hiçbir somut delile dayanmayan Karma inancına göre, yaşam boyunca yapılan kötü davranışlar kötü karma oluşturacak, insanın bir sonraki yaşamında "aşağı" bir bedene sahip olmasına sebep olacaktır. Aynı şekilde iyi davranışlar da iyi karma oluşturacak ve kişi bir sonraki hayatında "yüksek" bir beden elde edecektir. Böylece insan sürekli farklı bedenlerle dünyaya geri dönecektir. Ancak bu sistemi kimin kurduğu, sistemin nasıl işlediği gibi sorulara hiç kimse bir cevap verememektedir. İnsan yapımı Hindu inanışlarına göre her varlık insan bedenine ulaşıncaya kadar bitki, böcek, hayvan gibi 8.400.000 değişik yaşam formundan geçer, bunun ardından insan olarak dünyaya gelir.13 Kimin kontrolü altında geliştiği belli olmayan bu geliş gidişlerin amacı ise "yaşam-ölüm-yeniden doğum-yaşam-ölüm" zincirini kırıp, sözde özgürlüğe, "Aydınlanma"ya, "Nirvana"ya ya da "Brahma"ya kavuşmaktır. Ancak "insan yapımı" hurafeler ve efsanelerden oluşan Hindu metinlerini temel alan reenkarnasyon ve karma inançları tamamıyla birer safsatadır, hiçbir akılcı dayanakları yoktur.

Hindu metinlerinde sözde "karma kanunları" kesin hatlarla belirlenmiştir. Bu insan uydurması kanunlar aracılığıyla bir Hindu nasıl bir tavırda bulunursa, bir sonraki hayatında ne olacağını yaklaşık olarak bilebilir. Örneğin tahıl çalan bir insan, tüm Hindu metinlerine göre bir sonraki hayatında fare olacaktır. Meyve çalan köpek; boyalı kumaş çalan kirpi; elbise çalan cüzzamlı bir kişi olarak hayata geri dönecektir.14 Ancak bu sebep-sonuç kurallarının nasıl işlediği, bu yasayı kimin koyduğu, iyi ve kötüyü kimin belirlediği, uygulamayı kimin yaptığı bilinmez. Buna dair hiçbir mantıklı açıklama yoktur. Hiçbir Hindu bunun sebeplerini araştırmaz. Hindu yazılı metninde de bu konu üzerinde durulmaz.


Hintliler 4. yüzyıldan itibaren Ganj ve Yamuna nehirlerini insan biçiminde resmetmeye başlamış ve bunları tapınak girişlerinde kullanmışlardır. Sapkın Hindu inanışlarına göre, nehirler insanların batıl saygı gösterilerine çeşitli şekillerde karşılık vermektedirler.
Öte yandan, Hindulara göre kutsal kabul edilen Ganj Nehri'nde yıkanmanın ise insanı işlediği tüm günahlardan temizlediği ve üstün bir mevkiye ulaştırdığına inanılır.

Öldükten sonra yakılıp küllerinin Ganj Nehri'ne atılması da Hindu inanışlarında çok büyük bir yer tutar. Otobüslerle ölüler buraya taşınır, sonra Hindu rahipler eşliğinde yakılır, burada büyük bir tören yapılır. Eğer küllerin bir kısmı dahi bu sulara atılmazsa, o kişinin bir sonraki hayatında çok büyük azaplarla karşılaşacağına inanılır.15 Allah'ın vahyine dayanmayan, bundan binlerce yıl önce yaşamış, cahil kişiler tarafından yazılmış bu metinler günümüzde 1 milyara yakın insan tarafından körü körüne kabul edilmektedir.

Hindu yazılı metinlerini ilk kez kaleme alan Aryanların hayal gücünün bir ürünü olan, hiçbir ilahi ve akli temeli olmayan bu inanç hakkında asırlardır pek çok şey yazılmaktadır. Özellikle de son yıllarda karma anlayışı Batılı toplumlarda çok sık duyulur hale gelmiştir. Ancak Kuran ayetleri okunduğunda ve Rabbimiz'in dünya hayatı üzerine verdiği haberler üzerinde dikkatle düşünüldüğünde ruh göçü iddiasının çok büyük bir aldanış olduğu anlaşılmaktadır.

Allah "O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı…" (Mülk Suresi, 2) ayetinde insanın dünya hayatı boyunca denemeden geçirileceğini bildirmektedir. Dünya, Allah'a samimiyetle iman edenlerin ve inkar edenlerin ortaya çıkacağı geçici bir yerleşim yeridir. İnananların kötülüklerinden arınacakları, cennet ahlakına ulaşacakları, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için çaba sarf ederek olgunlaşacakları bir eğitim yurdudur. Allah, insanlara korumaları gereken sınırları, Kendisi'nin hoşnut olacağı ve olmayacağı herşeyi açıkça bildirmiştir. Buna göre, insan dünyada gösterdiği ahlaka göre ebedi hayatında ceza görecek veya mükafata kavuşacaktır. Bu durumda yaşadığımız her saniye, bizleri cennete veya cehenneme yaklaştırmaktadır.
İnsan, batıl reenkarnasyon inancında söz edildiği gibi tekrar tekrar dirilmeyecek, aniden gelecek olan ölümü ile birlikte dünya üzerindeki hayatı sona erecektir. Çevresindeki tüm insanlar, arkadaşları, akrabaları, kısaca dünya üzerinde var olan her insan, daha önce yaşamış milyarlarca kişi gibi mutlaka öleceklerdir. Allah bu gerçeği, "Her nefis ölümü tadıcıdır…" (Enbiya Suresi, 35) ayetiyle bildirmiştir. Bu kaçınılmaz gerçeği unutmak insanın düşebileceği en büyük gafletlerden biridir. Ölümü kendisinden uzaklaştırmaya asla güç yetiremeyecek olan insan, bilemeyeceği bir zamanda ve yerde, herhangi bir nedenle mutlaka ölecektir. Ayetlerde ölümden gafil olarak dünya hayatına dalan insanların durumu şöyle haber verilmektedir:

Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; işte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir. (Yunus Suresi, 7-8)

Ancak ölüm ve hesap günü bu kadar açık bir gerçekken, bazı insanlar karma ve reenkarnasyon gibi batıl inançlarla bu apaçık gerçeğe gözlerini kapatırlar. Güçlü telkinlerle kendilerini ölüm gerçeğini unutmaya şartlandırır, bir yandan da "ölümden korkmadıkları"nı söyleyerek kendilerini avutmaya çalışırlar. Oysa bu avuntu, dünya hayatında ve ahiret hayatında o kişi için çok büyük bir kayba dönüşecektir. Karma inancının peşinden gidenler ölümün sadece yeni bir hayata geçiş olduğuna inanır, hesap günü ve ahiret hayatını inkar ederler. Halbuki bu, kişinin kendini kandırmasından başka bir şey değildir. Çünkü ölümü ve hesap gününü düşünmekten ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar, bu gerçeklerle mutlaka karşılaşacaklardır. Bu kaçışları tek bir hayat süresince, yani en fazla 60-70 yıl sürecektir. Her insan ölecek, hesaba çekilecek, tüm yaptıklarının karşılığını mutlaka alacaktır. Her insan düşünse de düşünmese de bu kaçınılmaz olayları, hiçbir aşaması eksik kalmaksızın bizzat yaşayacaktır. Rabbimiz bu gerçeği bizlere şu şekilde bildirmektedir:

O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da). (Kaf Suresi, 19)

Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi, 11)


De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen Allah'a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi, 8)
Ölüm gerçeğini gözardı edip, ölümün "dünya hayatında" yeni bir hayatın başlangıcı olduğu ve bu başlangıçların milyonlarca kez tekrar edeceği saplantısının peşinden gidenler de hesap gününde tüm yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Onlar da Allah'ın ve ahiret gününün varlığına iman edecekler, hesap gününden geri dönüşün olmadığı gerçeğini yakından idrak edeceklerdir:

İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orada (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)

Yaşadığı her dakika ya da her saniye insanı ölüme doğru yaklaştırmaktadır. O gün geldiğinde insan dünya hayatında peşinden koştuğu herşeyin ahirette anlamını yitireceğini, sadece Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yapılan salih amellerin ve güzel ahlakın kişiye fayda vereceğini anlayacaktır. İşte bu nedenle de bugüne kadar dünya hayatındaki düzenin "karma" diye isimlendiren hayali bir sistemle işlediği yanılgısına kapılan, ölümle birlikte başlayacak olan ahiret hayatını inkar eden insanlar bir an önce bu sapkın anlayışı terk etmelidirler. İnsan, bu gibi saplantılardan kurtulmalı, mutlaka gerçekleşecek olan ölüm ve sonrası için dünya hayatındayken hazırlık yapmalıdır. O gün dünya hayatlarını Allah'ın hoşnutluğunu kazanmakla geçiren, Allah'tan içleri titreyerek korkan, Allah'ın emir ve yasaklarını titizlikle koruyan ve salih amellerde bulunan müminler güzel bir karşılıkla müjdelenirlerken, batıl inançlara dalanları çok kötü bir son beklemektedir. Tüm dünya hayatları boyunca Allah'ın varlığını ve ahiret hayatının gerçekliğini inkar eden, kendilerine yapılan hatırlatmalara kulaklarını tıkayan, şirk koşmakta direnen batıl din takipçilerini sonsuz cehennem hayatında çeşitli azaplar beklemektedir. O gün her insanın yaptıkları hassas tartılarda ölçülecek, Rabbimiz'in "Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır." (Kamer Suresi, 52-53) ayetleriyle de bildirdiği gibi tüm günah ve sevapları ortaya çıkarılacaktır. Bir diğer ayette ise Allah'ın hidayet yolundan uzaklaşanlar şu şekilde uyarılmaktadırlar:

... Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır. (Sad Suresi, 26)

Kuran Reenkarnasyon İnancını Yalanlıyor

Karma ve reenkarnasyonun ne olduğu hakkında insanlar genelde büyük bir bilgisizlik içindedirler. Bazı kişiler ise bu batıl inancın Allah'ın elçileri aracılığıyla insanlara gönderdiği İlahi dinlerle uyum sağlayabileceği gibi çok büyük bir yanılgıya düşebilmektedirler. Oysa reenkarnasyon İslam dininde yer almayan batıl bir inanıştır. Müslümanın her konuda olduğu gibi karma inancına bakış açısı da Kuran ayetlerinde tarif edilen şekildedir. Reenkarnasyonu ve karmayı bir doğa kanunu gibi göstermeye çalışanlar Kuran ayetlerinde açıkça yalanlanmaktadırlar.
Allah Kuran'da ölümün ve dirilişin bir kez olduğunu bizlere bildirmektedir. İnsan Allah'ın can vermesiyle hayata gelir, sadece tek bir hayat yaşar ve Allah Katında belirlenmiş olan ecel vakti geldiğinde ölür. Ölümden sonra yeni bir dünya hayatı değil, ahiret hayatı başlar. Tüm insanlar ölümlerinin ardından hesaba çekilir, sonsuz hayatlarını yaşamak üzere ya cennete ya da cehenneme gönderilirler. Rabbimiz "…Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır…" (Cuma Suresi, 8) ayetiyle her insanın mutlaka öleceğini bizlere haber vermiştir. Batıl Karma inancının peşinden giden bu insanlara Rabbimiz'- in verdiği haber ise çok açıktır:

Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler. (Enbiya Suresi, 95)

Allah insan hayatının aşamalarını "… Ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz." (Bakara Suresi, 28) ayetiyle haber vermektedir. Bir diğer ayette ise şu şekilde buyurmaktadır:

Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Rum Suresi, 40)


Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur. (Beyyine Suresi, 5)
Rabbimiz Bakara Suresi'nin 28. ayetinde insanın başlangıçta ölü olduğunu bildirir. Yani insanın yaratılışının temeli toprak, su, çamur gibi cansız maddelerdir. Daha sonra Allah bu cansız yığına "bir düzen içinde biçim verip" (İnfitar Suresi, 7) onu diriltir. Bu dirilişten belli bir süre sonra insan, yaşamı sona erince tekrar öldürülür ve toprağa geri döner, çürüyüp-ufalanıp toz haline gelir. Bu da insanın ikinci defa ölü haline geçişidir. Geriye ise son kez diriltilmesi kalmıştır. Bu da ahiretteki dirilmesidir. Her insan ahirette diriltilecek ve bir daha geri dönüşün mümkün olmadığını anlayarak, dünyada yaptığı herşeyin hesabını verecektir. Allah ayetlerde insanın dünyaya geldikten sonra tek bir ölümden başka ölüm tatmayacağını şöyle bildirir:

Orada, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabbinden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur. (Duhan Suresi, 56-57)

Yukarıdaki ayetler, ölümün sadece bir kez olduğunun görülmesi açısından son derece açık ve kesindir. Bazı insanlar her ne kadar ölüm ve ahiret korkularını yenmek ve kendilerini teselli etmek için Karma ya da reenkarnasyon gibi batıl inançları kabul etmek isteseler de, gerçek olan, öldükten sonra bir daha dünyaya gelmeyecekleridir. Her insan sadece bir kez ölecektir ve bu ölümünden sonra, Allah'ın takdir ettiği şekilde sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı başlayacaktır. Allah her insanı dünyada yaptığı iyilik veya kötülüklere göre, cennetle ödüllendirecek veya cehennemle cezalandıracaktır. Allah, sonsuz adalet sahibi, sonsuz merhametli ve şefkatli olandır, herkese yaptığının karşılığını eksiksiz olarak verendir. Ölümden veya cehenneme gitme ihtimalinden korkarak, batıl inançlarda teselli aramak ise, hiç şüphesiz insana çok daha büyük bir yıkım getirir. Nitekim Rabbimiz bir ayette dünya hayatının hiç bitmeyeceği yanılgısına kapılıp, ahiret gerçeğini gözardı edenleri şu şekilde uyarmaktadır:

Evet, Biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Fakat şimdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Şu halde, üstün gelenler onlar mı? (Enbiya Suresi, 44)

Akıl ve vicdan sahibi bir insan, bu yönde bir korkusu varsa, cehennem azabından kurtulup cenneti umabilmek için samimi bir kalple Allah'a yönelmeli ve insanlar için hidayet rehberi olan Kuran'a uymalıdır. İnsan hiç unutmamalıdır ki, ne genç, ne güçlü, ne güzel, ne de zengin olmaları bugüne kadar yaşayan hiçbir insanı ölümden koruyamamıştır. Bu nedenle hiçbir insan ölüm gerçeğini gözardı etmemelidir. Çünkü o gözardı etse de etmese de bu kaçınılmaz gerçek mutlaka yaşanacaktır. Üstelik "…Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (işte) o gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır." (Casiye Suresi, 27


13- "Çeşitli İnanışlara Göre Reenkarnasyon", http://ufonet.150m.com/konular/reenkarnasyon.htm
14- Dr. Ali İhsan Yitik, Hint Kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh İnancıyla İlişkisi, Ruh ve Madde Yayınları, s. 111

15- Time, 24 Mart 1997, s 28-29,